Şükretmek

YYaşar Kandemir hocamızın 2008 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 264 Sayfa: 022)

Allah Teâlâ bize hayat verdi;

bizi en güzel şekilde yarattı;

üstün ve onurlu kıldı;

yiyeceklerimizi diğer hayvanlar gibi yere eğilerek ağzımızla değil, elimizle yememizi sağladı.

Biz hiçbir şey bilmezken verdiği çeşit çeşit duyular, düşünce ve duygular sayesinde her şeyi daha iyi anlamamıza yardım etti.

Konuşmayı, yazmayı öğretti, bilmediğimizi belletti;

Yeryüzünü bizim için dinlenme mekânı yaptı;

gökyüzünü bir çardak gibi üzerimize gerdi;

dünyada rahat yaşayalım diye gökten yağmur yağdırıp bizim için çeşitli bitkiler, meyveler yetiştirdi.

Yiyip içtikten sonra yatıp dinlenmemiz için bize uyku verdi.

Daha neler neler bağışladı.

Bu nimetler neyi gerektirir?

Bize sayısız nimetler lütfeden Yüce Rabbimiz bunlar karşısında duyarlı olmamızı diledi:

Bize verdiği bu nimetleri hatırlamamızı,

onları iyi yolda kullanmamızı,

sorumluluğumuzun farkına varıp yalnız kendisine kulluk etmemizi,

nimetlerine şükretmemizi istedi.

Şükredersek nimetlerini fazlasıyla vereceğini belirtti.

Dünyada faydalandığımız bu nimetlerden ve zevklerden âhirette mutlaka hesaba çekileceğimizi bildirdi.

Sahip olduğumuz bunca iyilikler karşılığında gerektiği şekilde kulluk etmediğimizi, kendisine pek az şükrettiğimizi hatırlattı.

Şükrün sayısız yolları

Allah’a şükretmenin çeşitli yolları vardır.

Bu yolların en üstünü Ona ibadet etmektir.

Peygamber Efendimiz farz ibadetlerle yetinmezdi; onların dışında nâfile namazlar kılar, hatta bu sebeple ayak tabanları çatlar, baldırı şişerdi.

Onun günah korkusuyla veya bağışlanma arzusuyla ibadet ettiğini zanneden sevgili eşi Hz. Âişe, Resûlullah’ın bu tutumuna hayret etti. Geçmiş ve gelecek bütün hataları bağışlandığı halde kendisini niçin bu kadar yorduğunu öğrenmek istedi.

Resûl-i Ekrem de ona “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verdi.

Böylece, Allah’a ibadet etmenin en üstün bir şükür olduğunu ifade buyurdu.

Zikir şükürdür

Allah’a şükretmenin bir yolu da Onu zikretmektir.

Dil ile, kalp ile ve beden ile Allah’ı anmaktır.

Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerini söyleyen,

verdiği nimetlere hamdeden,

her kula ismen gönderilmiş özel bir mektup mahiyetindeki Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan kimse Allah’ıdiliyle zikreder.

Kâinatta biz farketmesek bile her an sergilenen ilâhî san’atlar vardır. İnsan bunları görüp üzerinde düşünerek onları yapan sanatkâra ulaşır ve o zaman:

“Rabbimin benden istediği veya ‘yapma’ dediği her işte, ben anlasam da anlamasam da mutlaka sayısız hikmetler vardır” diyerek Allah’ı kalbiyle zikreder.

Böyle bir şuur ve anlayışa sahip olan insan; elini, ayağını ve diğer organlarını Allah’ın istediği şekilde kullanarak Onu bedeniyle zikreder.

Hem diliyle hem kalbiyle hem de bedeniyle Allah’ı zikreden bir kimse, Ona karşı şükür görevini yerine getirmiş olur.

Efendimizin tavsiye ettiği dualar

Resûl-i Ekrem; zikrin en faziletlisinin lâ ilâhe illallah, duanın en faziletlisinin elhamdülillâhdemek olduğunu bildirir.

Kur’ân-ı Kerîm’in “elhamdü lillâhi Rabbilâlemîn” yani âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun diye başlaması bunu gösterdiği gibi, her işe, Allah’a hamdederek başlamanın uygun olacağına da işaret eder.

Çünkü elimize aldığımız, üzerinde yürüdüğümüz, gözümüzle görüp kulağımızla duyduğumuz hiçbir şey bizim değildir. Hatta bu şeyleri tutan el, onların üzerinde yürüyen ayak, gören göz, duyan kulak da bizim değildir.

Beş para vermeden sahip olduğumuz bütün bu nimetler, Allah’a hamdetmeyi gerekli kılar.

Efendimizin bildirdiğine göre, Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.

Onun için Sevgili Peygamberimiz, bizim de kendisi gibi:

“Allâhümme ainnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik” (Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!) diye dua etmemizi ister ve bize pek çok dua ve zikir öğretir.

Bir şey yiyip içtikten sonra “elhamdülillah” diyerek Allah’a teşekkür etmeyi tavsiye buyurur.

Yeni bir elbise, gömlek, hırka, ayakkabı giyince,

sevindiren bir haber duyunca,

bir sıkıntıdan kurtulunca,

dert ve sıkıntı içindeki bir adama rastlayınca,

sevdiği, hoşlandığı bir şey görünce,

kısacası bir nimete nâil olunca, bu nevi lütufları sebebiyle Allah’ı hatırlamayı ve Ona hamdimizi, şükrümüzü sunmayı ve böylece o nimetin şükrünü ifa etmeyi öğütler.

Çünkü sıkıntıya sabretmek bir hayır olduğu gibi, sevinince şükretmek de bir hayırdır.

Sevgili Peygamberimiz Allah’ı dilimizden düşürmeyip her fırsatta Onu hatırlamamızı ister.

Meselâ yatağa yatınca, tıpkı kendisi gibi “Bismikellâhümme ahyâ ve emût” (Allahım! Senin ismini anarak ölür, dirilirim) dememizi tavsiye eder.

uykudan uyanınca da “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba‘de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr(Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamdolsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da Odur) diye dua etmemizi uygun görür.

Kulun Sübhânallahi ve bihamdihî (ben Allah’ın yüceliğine yakışmayan sıfatların Onda bulunmadığını söyler ve Ona hamdederim) demenin Allah Teâlâ’yı memnun edeceğini bildirir.

Namazların ardından otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillâh, Allahü ekber demenin insana büyük sevap kazandıracağını haber verir.

Şükür insanı yüceltir

Allah’a hamdetmek ve şükretmek meleklerin devamlı surette yaptığı zevkli bir görevdir. Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiğine göre, Arş-ı a‘lâyı yüklenen melekler ile arşın çevresinde bulunan melekler Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile anarlar.

İnsan da Rabbine hamd ve şükrünü sunduğu zaman, beşerî özelliğinden âdeta sıyrılarak melekleşir; Onun rahmetine ve merhametine yakınlaşır.

Kulları arasında gerektiği gibi şükredenlerin az olması, Allah’a şükreden bahtiyarların değerini, şükretmeyenlerin talihsizliğini gösterir.

Herkes sahip olduğu nimetlerin önemini ve kıymetini düşünerek kendisine bağışlanan lütuflara şükretmelidir.

Belki de insanın az şükretmesinin sebebi, büyük nimetler içinde yüzenlere bakarak daha az nimete sahip olduğunu sanmasıdır.

Peygamber Efendimizin tavsiye ettiği gibi insan, zenginlik ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olanlara bakıp yerinmemeli, bir de dönüp kendisinden aşağıdakilere bakmalı ve böylece sahip olduklarının değerini anlamalıdır.

Kısacası aza da, çoğa da şükretmelidir. Çünkü aza şükretmesini bilmeyen çoğa da şükretmez.

Değersiz gibi görünen bazı nimetler kaybedilince, onların ne büyük nimet olduğu daha iyi anlaşılır.

Peygamber Efendimiz bir şey yediği zaman “Bizi yedirip içiren, boğazımızdan kolayca geçiren ve ona bir çıkış yolu gösteren Allah’a hamdolsun” diye şükrederdi. Böylece ihtiyacını kolayca gidermenin bile büyük bir nimet olduğunu hatırlatırdı.

Herkes sahip olduğu nimetleri bir bir düşünmeli, ne kadar çok şükretmesi gerektiğini anlamalıdır.

Allah’ın verdiği nimetleri hatırlayıp anmak bile bir şükür tarzıdır.