Sevda Çiçekleri

YYaşar Kandemir hocamızın 1994 Mart ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 097 Sayfa: 024)

Gül bahçesinde dolaşmak, rengarenk gülleri koklamak, onların gönül okşayân parıltısını seyretmek ruha nasıl ferahlık verirse, Peygamber aşıklarının yânık aşk nağmelerini dinlemek de bizi duygulandırır, içimizi aydınlatır, gönlümüzü nurlandırır.

Aşıklarımızın Peygamber hasretiyle, şefaat ümidiyle, ahirette onun civarında olma niyâzıyla terennüm ettikleri şiirler, katılaşan duygularımızı yumuşatır, içimizde tatlı bir sevgi yeli estirir. Zirasâlihlerin, yâni mükemmel insanların anıldığı yere rahmet yâğar, buyurulmu?tur.

Bu sohbetimizde, Peygamber aşkıyla açan sevda çiçeklerinden bir demet sunmak istiyorum.

1506 yılında İstanbul’da vefat eden Amasyâlı Mihrünnisâ hanımın şiirleri Mihrî Hatun Divanıadıyla 1967 yılında Moskova’da eski harflerle basılmıştır. Divan’ın baş tarafındaki güzel na’tlerinden bir Peygamber aşığı olduğu anlaşılan Mihrünnisâ hanım, Sevgili Efendimiz’in Allah’ın nuruyla aydınlanmış, peygamberlik ülkesine sultan olmuş, Allah’ın sevgilisi, peygamberlerin baş tacı yüce insan olduğunu söyleyerek diyor ki: Ey kerim-ü mazharı nûr-ı Hudâ
Şâh-ı iklim-i risâlet Mustafa

Ey Habibullah, ve’y tâc-i rusül
Kamûdan ön, Hak seni etti kabul

Sen kamû mürsellerin sultânısın
Sen kamû mü’minlerin cânânısın

Âlemî mevcûdetmeden ilâh
Âlem-i ervâha kıldı seni şâh

Bü’l-Beşerdir gerçi Âdem yâ Resül
Seninle buldu mevcûdât usûl.

Sen Ebü’l-ervâh idin ey pâk dîn
Olmadan bu âlem-i eşyâ yâkîn

Enbiyâlar serveri sensin hemîn
Ey kerîm-ü rahmeten lil âlemin

Hak seni kıldı güzin-i enbiyâ
Oldu hak dînin kamü derde ?ifâ

Dediler hakkında çün hayru’r-rusül
Sıdk ile ehl-i ukül etti kabûl

Olmasan olmazdı hergiz kârbâr
Gelmesen gelmezdi bu leyl ü nehâr

Âsi olsa cümle âlem bi aded
Senden erse gam değil zerre meded

Ümmetin mücrimlerinin yâ Resül
Sen şefiîsin niçin olur melûl

Geldinettin dînle dünyâyı nûr
Bildi haksın ins ü cin vahş ü tuyûr

Geldi dînin mihri enver eyledi
Dağılıp küfrü münevver eyledi

Kim ki etti seni candan ihtiyâr
Olıser îki cihanda bahtiyâr

Çekmeyeler seni sevenler cefâ
Görmeyenler sana uyânlar belâ

Tâ ebed buldu saâdet ol kişi
Na’t-i pâkin medheder her dem işi

İş bu âsi Mihri’ye ol destgîr
Tâati yok, cürm ü isyânı kesir

Ânı utandırma Hak’dan kıl meded
Cürm ile kapma düştü etme red

1812’de İstanbul’da vefat eden ve Zekâi mahlasıyla şiirler yâzan Mustafa Zekâi, Peygamber Efendimiz için kaleme aldığı na’tlerini divanının baş tarafında toplamıştır. Peygamber sevgisini ve şefaat niyâzını pek zarif bir şekilde ifade eden Zekai bu na’tlerden birinde, gönlünün Resûlullah sevdâsına tutulduğunu, fakat sevgilinin eşiğinden ayrı düştüğünü anlatıyor. Cenab-ı Hakk’ın sırrının Resûlullah’ın zâtıyla birlikte ortayâ çıktığını, onun mübarek vücudunun ilahî feyzin bir görüntüsü olduğunu söylüyor. Sonra isyân askerlerinin yâni günahların gönlünü harab ettiğini, bu sebeple Resûlullah’ın yârdımına sığındığını, zira ümmeti günah denizinde ne kadar boğulsa da onun kıyâmet gününde şefaat edeceğini, Resûl-i Ekrem’in eşiğinin toprağı her derde devâ olduğu için kimsesiz Zekaî’i o mübarek kapıda kabul etmesini niyâz ediyor.

Gönül sevdâ-yı aşka mübtelâdır yâ Resûlullah
Velâkin âsitanından cüdadır yâ Resûlullah

Cihâna sırr-ı Hak zât-ı şerîfinden zuhur etti
Vücûdun mazhar-ı feyz-i Hudâ’dır yâ Resûlullah

Harâb etti gönül şehrin efendim leşker-i isyân
İnâyet cânibinden mültecâdır yâ Resûlullah

Ne rütbe ümmetin müstağrak-i bahri günâh olsa
Cenâbın şâfi-i rûz-i cezâdır yâ Resûlullah

Zekâî bîkesi dergâh-ı lütfunda kabul eyle
Türâb-ı âsitânın kimyâdır yâ Resûlullah

***

1846’da Ankara’da vefat eden Bolulu Aşık Dertli’nin Resûl-i Ekrem Efendimiz’den şefaat niyâzı ne kadar zariftir. Diyor ki:

Dertli her hikmetten irşâd olmadı
Sensiz mahşer yeri küşâd olmadı
Çok nebîye vardım imdâd olmadı
Şefaat kânısın Mustafa dedim

***

1867’de Kayseri’nin Develi, o günkü adıyla Everek kasabasında vefat eden Seyranî Peygamber aşığı bir halk şairidir. Seyranî, Resulullah Efendimiz’e hitaben diyor ki:

Gönlümdeki sırlar sana kapalı değildir. Hem dünyâ hem ahiret senin varlığınla iftihar eder. Kalbimde yanan aşk ateşine su verip serinlet. Ey Cenab-ı Hakk’ın rahmet denizi olan Efendim.

Seyrânî, şiirinin sonunda Peygamber Efendimiz’i, muhabbet ate?ine yâni Allah aşkına yanan Efendim diye vasfediyor.

Esrar-ı derûnum sana aşikâr
Dü cihan zâtınla eyler iftihâr
Ateş-i kalbe su ver zerre mikdar
Deryây-ı rahmet-i Rahmân Efendim

Bende bir ateş var yanmadan tüter
Tütünsüz ateşe yandığım yeter
Lütfuna muhtacım iş senden biter
Sensin cümle derde derman Efendim

Mücrim Seyrânî’ye eyle şefâat
Hak vücudun kılmış âleme rahmet
Verildi zatına tacı nübüvvet
Muhabbet şem’ine sûzân Efendim

***

1893’de İstanbul’da vefat eden Osman Şems Efendi, geçen yüzyılın mânevî mürşidlerinden ve ileri gelen şairlerinden idi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine duyduğu aşkının büyüklüğünden söz ederken diyor ki: Yâ Resûlallah! Şu ağlayıp yaş döken gözlerim gibi senin aşkından sarhoş olmuş bir başkası var mı? Hangi gönül benim şu inleyen gönlüm gibi senin aşkınla yânıp kebap olmuştur? Sineme, şu yakamın yırtmacı gibi kocaman bir yâra açtın Yerde sürünen eteklerim gibi yüzümü süpürge ettin. Bütün varımı yoğumu tıpkı servetim gibi yâğma ettin. Sinemde senin aşkını, imanımın nûrunu sakladığım gibi saklarım. Vücudumda canımı nasıl taşıyorsam, aşkının derdini de öyle besleyip büyütürüm.

Var mı bir sermest-i aşkın çeşm-i giryânım gibi
Hangi dil büryânın olmuş kalbi sûzânım gibi
Dağ açtın sîneme çâk-i girîbânım gibi
Hâk-rûb ettin yüzüm yerlerde dâmânım gibi
Eyledin hep vârımı gârât sâmânım gibi

Saklarım sînemde aşkın nûr-ı imânım gibi
Beslerim cismimde derdin cevher-i canım gibi

Allah’a sayısız hamd-ü senâlar olsun ki, hem kendinin hem Resûlü’nün aşkıyla yana âşıkları hiçbir devirde eksik etmemiştir. Bize her yıl Peygamber diyârından burcu burcu gül kokuları getiren muhterem Ali Ulvi Kurucu ağabeyimiz, varlığı bizim için saâdet sebebi olan büyüklerimizdendir. Onun Efendim redifli na’ti şöyle başlar:

Ruhum sana, varlık sana hayrandır Efendim
Bir ben değil, âlem sana hayrandır Efendim

Ecrâm-ü felek, levh-u kalem mest-i nigâhın
Medh eyleyen ahlakını Kur’ân’dır Efendim

Mahşerde nebiler bile senden meded ister
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim

Kıtmîrinim ey Şah-ı Rusûl, koğma kapından
Âsilere lutfun, yüce fermandır Efendim

Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim
Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim

Doğ kalbime bir lahzacık ey nûr-i dilârâ
Nûrun ki, gönül derdime dermandır Efendim

Ulvî de senin bağrı yânık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i süzandır Efendim

Eski devirlerde hayâl bile edilmeyen günah çeşitleriyle gönülleri delik deşik olan, şeytanların daha önce tanımadığı modern isyân silahlarıyla kalbleri kan ağlayan zavallı bizler, peygamberler Şâhı’nın şefaatine daha fazla muhtacız. Cenab-ı Rabbü’l-âlemîn hepimizi onun şefaatiyle bahtiyâr eylesin. Âmin.