Sabır Çiçeği

YYaşar Kandemir hocamızın 1999 Mart ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 157 Sayfa: 024)

Şu dünyada Allah’a gönül verenlerin çilesi hiç tükenmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ibretli hikâyeleri anlatılan peygamberler ile Resûl-i Ekrem’in ve ashâbının çileli hayatları bu gerçeği ortaya koymaktadır. Hakkı tanımayan zâlimler, hemen her devirde mü’minleri yemek için diş bilemişler; görülmedik, duyulmadık işkenceleri onların üzerinde denemişler; Allah’ın emrettiği şekilde yaşamaktan başka gayeleri olmayan o mazlumların feryat ve figanlarında sapık zevklerini tatmin eden bir heyecan unsuru bulmuşlardır.

Ebû Cendel Kurtulacaktır

Resûlullah Efendimiz ile ashâbı o güzelim Mekke’den hicret edip kâfirlerin elinden kurtuluncaya kadar dövülmüş, sövülmüş, kovulmuşlar, türlü türlü işkencelerle inim inim inletilmişlerdir. İslâm tarihinin Mekke dönemini anlatan kitapların kapağı azıcık aralansa, acı ve ıstırapların yıprattığı o solmuş ve sararmış sayfalardan kulakları sağır eden feryatlar, gönülleri burkan iniltiler duyulur. Mekke’de, babaları ve diğer yakınları tarafından zincirlere bağlanıp hapsedildikleri için hicrete imkân bulamayan biçarelerin çektiği çileler duygulu gönülleri yaralar. Sadece Ebû Cendel‘in feryatları bile insanı derin hüzne boğar.

Hatırlanacağı üzere hicretin 6. (miladın 628.) yılında Resûl-i Ekrem ile 1400 müslüman, Hudeybiye mevkiinde Mekkelilerin temsilcisi Süheyl İbni Amr ile bir antlaşma yapmışlardı. Antlaşma maddelerinden birine göre “Mekkelilerden biri müslüman olup Medine’ye giderse, Mekke’ye geri gönderilecekti.” Antlaşmanın imzalandığı sırada Süheyl İbni Amr’ın oğlu Ebû Cendel ayağındaki zincirleri sürüyerek Resûl-i Ekrem’in yanına gelmişti. Çünkü Ebû Cendel müslüman olduğu için babası tarafından işkenceye tâbi tutulmuş, sonra da kaçmasın diye ayaklarından zincire vurulmuştu. Babasının Mekke’de olmayışından faydalanarak hapsedildiği yerden kaçıp kurtulmuştu. Oğlunu hiç ummadığı bir zamanda ve yerde karşısında gören Süheyl yapılan antlaşma gereğince onun kendisine teslim edilmesini istemiş, Allah’ın Resûlü de İslâmiyet’i kucaklayarak gerçek esaret zincirlerini kırmış olan o gencecik fidanı babasına teslim etmek zorunda kalmıştı. Ebû Cendel zâlim babası tarafından sürüklenerek götürülürken:

– “Ey Allah’ın Resûlü! Ey müslümanlar! Ben müslüman olup yanınıza geldim. Beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere teslim ediyorsunuz. Bana neler yaptıklarını görmüyor musunuz?” diye feryat ederken Peygamberler Sultanı onu şöyle teselli etmişti:

– “Ebû Cendel! Biz onlarla bir antlaşma yaptık. Kendilerine Allah adına söz verdik. Verdiğimiz sözden dönmek bize yakışmaz. Sabret! Allah senin ve senin gibiler hakkında yakında bir çıkış yolu gösterecektir.”

Gerçekten de öyle olmuş, bin bir renkli sabır çiçeği bin bir taze tomurcuk vermiş, müslümanların gönüllerini ferahlatan nice başarılar getirmişti.

Onulmadık acıları dindiren, küfrün ateşini söndüren, zulmün kılıcını tenekeye döndüren ve sonunda mazlûmu sevindiren sabır kalkanıdır. Hani Efendimiz Mekke’de, müslümanların âciz ve güçsüz olduğu bir devirde zâlim efendileri tarafından kızgın taşlar üzerinde işkenceye tâbi tutulan o iman âbidesi üç insana: Ammâr’a, babası Yâsir’e ve annesi Sümeyye’ye ne demişti? Zulmün sahte gücü karşısında eli kolu bağlı dururken, yaşlı gözlerle onların acısını paylaşmaya çalışmış, sonra da onların dayanma gücüne güç katan şu sözleri söylemişti:

“Ey Yâsir ailesi! Sabredin! Çünkü gideceğiniz yer cennettir!” (Hâkim, el-Müstedrek, III, 383).

Devir Deviri Aratacak

Müslümanların hayatında zulüm hiç eksik olmamıştır. Resûl-i Ekrem’in vefatının üzerinden çok yıllar geçmeden bir Emevî valisi olan Hâccâc-ı Zâlim müslümanları inim inim inletmiştir. Evet, bir kıral, bir melik değil, sadece bir vali olduğu halde nice âlimi şehid etmiş, nice sahâbîleri işkencelere tâbi tutmuştur. Çocukluğundan itibaren Peygamber aleyhisselâm’ın hizmetinde bulunan Enes İbni Mâlik’in, o aziz insanın boynuna damga vurmuş, hatta bütün malına el koymuştu.

Rivayete göre Haccâc, savaşlarda öldürdükleri dışında 120 bin kişiyi katletmiştir. O devirde bu gaddârın elinden kurtulanlar, onun şerrinden emin olmak için Hicâz valisi Ömer İbni Abdülazîz’e sığınırlardı; fakat Haccâc zulmüne engel olmaya çalışan bu aziz insanı valilikten azlettirmeyi başarmıştı. Emevî saltanatının ayakta kalması için her şeyi yapan, bu yüzden de “Küleyb” (köpek yavrusu) lakabıyla anılan bu zâlim öldüğü vakit Ömer İbni Abdülazîz şükür secdesine kapanmış, tanınmış âlim ve fakih İbrâhim en-Nehaî sevinçten ağlamıştı.

Tâbiîn âlimlerinden Rey kadısı Zübeyr İbni Adî diyor ki:

– “Birgün Enes İbni Mâlik’e gitmiş ve ona Haccâc’dan gördüğümüz zulümleri sayıp dökmüştük. Enes bize şunları söyledi”:

– “Sabrediniz! Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğuma göre, Siz ölüp de Rabbinize kavuşuncaya kadar, yaşadığınız zamandan bir sonraki devir daha da kötü olacaktır” (Buhârî, Fiten 6).

Geleceğe dair bir haberi Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kendiliğinden söylemesi mümkün değildir. Onun bu bilgiyi Allah Teâlâ’dan aldığında şüphe yoktur. Allah’ın Resûlü’nün verdiği bu haberi âlimlerimiz genel bir kaide olarak kabul etmişler, arada bir güzel, rahat ve huzurlu günlerin yaşanacağını belirtmişlerdir. Nitekim tarih boyunca müslümanların rahat nefes aldıkları zamanlar olmuş, fakat ardından onları bunaltan, derin acılar içinde kıvrandıran çileli günler birbirini takip etmiştir.

Sabrı Tavsiye

Bu hadîs-i şerîf acı bir gerçeği ortaya koymakla beraber, müslümanlara bir teselli yolu göstermekte, sıkıntıdan bunaldıkları zamanlarda sabır ipine yapışmalarını tavsiye etmektedir. Zaten yüce Rabbimiz bize kendi yolunda giderken karşımıza çıkacak zorluklara katlanmayı, yürümemizi
engelleyen olumsuzluklarla mücadele etmeyi, şartların bizi iyice bunalttığı zor ve sıkıntılı zamanlarda birbirimize sabrı tavsiye etmeyi emretmektedir [Beled sûresi (90), 17; Asr sûresi (103), 3].

Güçlükleri birer birer yenmenin, zora ve zorbaya boyun eğdirmenin ancak sabırla ve birbirine sabrı tavsiye edip direnmekle mümkün olduğunu belirtmektedir. Otomobilimizin benzini tükendiğinde, arabamızı biraz itmek gerektiğinde birbirimize “Haydi kardeşim, biraz dahadayan!” demiyor muyuz? İşler yolunda gitmediği zamanlarda çabucak pes etmemek için birbirimizden güç almamız gerekir. Birbirimize sabrı tavsiye etmemiz ilâhî rahmeti üzerimize çekecek Allah’ın yardımına bir an önce kavuşmamızı sağlayacaktır. Zoru görünce yılmamak, doğrudan şaşmamak, haktan caymamak ve onu bırakmamak için birbirimize destek olmamız şarttır.

Burada şunu bir kere daha hatırlayalım ki, nefsimizi adam etmenin yolu onu sabretmeye, acılara tahammül etmeye alıştırmaktır. Sabır sadece haksızlıklara direnmek için değil, ilâhî buyrukların ifası için de gösterilir. Namaz kılıp oruç tutmanın, bütün sıkıntılara rağmen Allah yolunda yürümenin zorlukları bulunduğu gibi, şiddetle arzu ettiği lezzetleri nefse tattırmayıp onu mahrûmiyet içinde kıvrandırmanın da sıkıntıları vardır. Mü’min bütün bu zorluklara direnerek başarıya ulaşır. Cenneti de, Allah’ın cemâlini de böyle kazanır. Zira Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi, “Cennetin etrafı zorluklarla çevrilmiş; cehennemin etrafı da aşırı lezzet ve şiddetli arzularla sarılmıştır” (Müslim, cennet 1).

Yüce Rabbimiz bize Kur’ân-ı Kerîm’de sabrı tavsiye etmekte, sabrın hayırlı olduğunu belirtmekte, sabrederek ve ibadet ederek kendisinden yardım istememizi öğütlemekte, sabrınbir korunma olduğunu, sabredersek düşmanların kurduğu hile ve tuzakların bize zarar vermeyeceğini hatırlatmakta, sabredenlere muratlarını er geç vereceğini söylemekte, daha da önemlisi sabredenleri sevdiğini ve onlarla beraber olduğunu bildirmektedir.

Unutmayalım ki, dertler, sıkıntılar, hüzünler Allah’a gönül verenler içindir. Bu onların değişmeyen kaderidir. Acılar, kederler arttıkça sabır çiçeğini sulamaya devam etmeli, bir gün onun gönüllere inşirah veren bin bir rengi ve burcu burcu kokusuyla açacağını bilmelidir. Zira “Her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır” [İnşirâh sûresi (94), 5].