Peygamberin Sırtında

YYaşar Kandemir hocamızın 1992 Kasım ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 081 Sayfa: 024)

Dünya gönül okşayan güzelliklerle doludur. Sahip olduğumuz bu güzel varlıklardan biri de çocuktur. Cenab-ı Mevla çocuğu dünyanın süsü, ziyneti saymıştır. Hz. İbrahim bir duasında,gözünü aydınlatacak, gönlünü sevinçle dolduracak hayırlı çocuklar istemiştir. Onun bu duası kabul olmuş ve kendisine bir kısmı peygamber olan hayırlı nesiller verilmiştir. Kainatın gözbebeği Efendimiz, Hz. İbrahim’in niyaz ettiği hayırlı neslin en fazla göz ve gönül aydınlatanı, en ziyade yüz ağartanı olmuştur.

Bir zamanlar Arabistan Yarımadası’nda kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, insanlık tarihinde az görülen zulümlerden biridir. Kendisine bir kızının doğduğu haber verilen bazı merhametsiz babaların bu olaya nasıl üzülüp öfkelendiği, hiddetinden köpürdüğü, utancından yüzünün kızardığı, halktan utanıp saklandığı Kur’an-ı Kerim’de pek çarpıcı bir üslup ile anlatılır. Merhametsizliğin böylesine yaygın olduğu bir Arabistan’da, sadece o toplum için değil, bütün alemlere rahmet ve merhamet olmak üzere bir şefkat pınarı büngüldedi. Şefkatine bütün kainatın muhtaç olduğu o Sevgi Peygamberi, bu çorak iklimi yeşertti. Çocuğun ilahî bir armağan olduğunu söyledi; onların evimize, gönlümüze cennet kokuları getirdiğim öğretti,

Öncelikle korunmaya muhtaç çocuklara kucak açtı. Yetimleri, öksüzleri bağrına bastı. Herkesin hem kendi yetimlerini hem de başkalarına ait yetimleri aynı şekilde bağrına basmasını tavsiye etti. Yetimleri aile sıcaklığı içinde öz evlat gibi barındıran kimselerle ahirette yan yana komşu olacaklarını müjdeledi. Böyle merhametli kimselerin, Allah’ı inkar etmek gibi affedilmeyecek bir suç işlemedikleri takdirde mutlaka cennete gireceklerini haber verdi.

Peygamberin Omuzunda

Peygamber efendimizin en büyük kızı Zeyneb hicretin sekizinci yılında vefat etmiştir. Hz. Zeyneb’in Ümâme adında bir yavrusu vardı. Peygamber efendimiz Ümame’yi çok severdi. Onu omuzuna alıp gezdirirdi. Birgün bu vaziyette Mescid’e geldi ve mihraba geçti. Herkes O’nun namaza durmadan önce çocuğu yere bırakacağım zannediyordu. Peygamberler Sultanı efendimiz öyle yapmadı. Ümame omuzunda olduğu halde namaza durdu. Secdeye varınca çocuğu yere bırakarak, ayağa kalkarken onu tekrar omuzuna alarak namazını tamamladı.

Bu olayın bir benzeri, peygamber aleyhisselamın yanında Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin varken meydana geldi. Olayı bize nakleden sahabı Şeddad îbni Had diyor ki:

Resülullah mihraba geçip bize imam olduğu zaman yanında torunu vardı. Secdelerden birini fazlaca uzattı. Acaba Hz. Peygamber’e birşey mi oldu, yoksa O’na vahiy mi geliyor diye merak ettim. Basımı kaldırıp baktım. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Resül-i Ekrem efendimizin sırtına çıkmıştı. Bu manzarayı görünce, tekrar basımı secdeye koydum.

Namaz kılınıp bittikten sonra, ashab-ı kiramdan biri Hz. Peygamber’e secdelerden birini niçin fazla uzattığını soruyor. “Namaz gözümün nurudur” buyuran ve bu en değerli ibadete büyük önem veren Efendimizin verdiği cevaba bakınız. Buyuruyor ki:

“- Oğlum sırtıma binmişti. Acele edip oyununu bozmak istemedim!”

Resül-i Ekrem efendimizin çocuk sevgisi, çoğumuzun havsalasının almayacağı kadar büyüktü.

Efendimizin çocuğu yanına veya omuzuna alıp camiye getirmesinde bize önemli bir mesaj vardır. Büyüklerinin yanında kendi ibadethanesine gelen çocuk, camiye, cemaate ve namaza ısınır. Camideki amcalarla, teyzelerle kaynaşıp bütünleşir. Camiye girip çıkmanın korkulacak, ürkütecek bir yanı olmadığını öğrenir. Onun gönlünde cami, bir huzur yuvası, ilahi bir sığınak diye yer eder.

Cennet Gençlerinin İki Efendisi

Efendimiz birgün Mescid-i Nebevide o üç basamaklı minberine çıkmış hutbe okuyordu. Ashab-ı Kiram, bakmaya kıyamadıkları o Güzeller Güzeli’nin ay yüzüne gözlerini dikmiş, bir akar su gibi gönüllere ferahlık veren tatlı sözlerine kulaklarını vermiş dinliyorlardı. O sırada çok hoş bir olay cereyan etti:

O günlerde henüz yürümeye başlayan “cennet gençlerinin iki efendisi”, Hz. Hasan’la Hz. Hüseyin, sırtlarındaki kırmızı gömleklerle dedelerine doğru düşe kalka gelmeye başladılar.

Dedesinin ciğerparesi ve müminlerin iki damla gözyaşı olan o iki kuzunun düşüp kalkmasına Resülullah sallellahü aleyhi ve sellem dayanamadı. Minberden aşağı indi. Torunlarım kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıktı ve ashab-ı kirama şunları söyledi:

– “Mallarınız ve çocuklarınız fitnedir” buyurmakla Allah Teala doğru söylemiştir. Bu çocukların gömleklerine basarak yürüdüklerini görünce dayanamadım. Konuşmayı kesip onları kucağıma almak zorunda kaldım.”

Şüphesiz Efendimizin çocuklarını, torunlarını sevmesi bir fitne değildir. Zira Allah Teala O’nu fitneye düşmekten korumuştur. Ayet-i kerimede bahsedilen fitneden maksat, Allah’ı büsbütün unutarak çocuklarıyla meşgul olmaktır.

Resül-i Ekrem efendimiz çocukları kucaklayıp bağrına basmaktan derin haz duyardı. Birgün Hz. Hasan’ı, bir başka gün Hz. Hasan’la birlikte azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Üsame’yi kucakladı. Sonra da Cenab-ı Mevla’ya şöyle niyaz etti:

– “Allahım! Ben bunları çok seviyorum. Onları sen de şev!”

Çocuklara Kızmadı!

Resül-i Ekrem efendimiz, “çocuklara merhamet etmeyen bizden değildir” buyurmak suretiyle, dünyanın en güzel süsü olan yavrulara duyduğu muhabbetin derinliğini göstermiştir. Hz. Aişe’nin belirttiği gibi, hayatında hiç bir çocuğu dövmemesi, kendisine dokuz yaşından on dokuz yama kadar on yıl süreyle hizmet eden Enes ibni Malik’i hep hoş görmesi, ona kızmaması, azarlamaması, hatta yanlışım gördüğü zaman, “niye böyle yaptın?” veya “niye böyle yapmadın?” diye çıkışmaması, aynı zamanda Efendimizin çocuğa verdiği değeri göstermektedir.

Ümmü Seleme annemizin ilk kocasından olma oğlu Ömer, dokuz yasma kadar Resülullah efendimizin himayesinde büyümüştür. Bu bahtiyar insan, bize bir çocukluk hatırasını anlatmaktadır. Diyor ki: – Hz. Peygamberle birlikte yemek yerdik. Fakat benim elim yemek kabinin her tarafında dolaşırdı. İstediğim parçaları alır yerdim. Resül-i Ekrem birgün beni uyardı. Buyurdu ki:

– “Yavrucuğum! Besmele çek! Sağ elinle ve hep önünden ye!”

Çocuğu dünyaya gelen sahabîler, yavrularım sarıp sarmalayıp Efendimize getirirlerdi. O Şefkat Abidesi, mini mini yavruyu kucağına alır, ona dua ederdi. Bazan bu çocuklar Efendimizin elbisesini ıslatırlardı. Fakat O bunu hiç mesele yapmazdı. Su getirmelerini söyler. Elbisenin kirlenen kısmını kendi mübarek elleriyle yıkayıverirdi. Hurma ağaçlarını taşlayan çocuğa yaptığı uyarı da pek zariftir. Bu çocuğu bahçesinde yakalayan sahabî, onu kolundan tutup Efendimize getirdi. Hurmalarımı taşladı, cezasını verin, diye şikayette bulundu.

O Sevgi çağlayanı Efendimiz, çocuğa dönerek hurma ağacını niçin taşladığım sordu. Çocuk da aç olduğunu, karnım doyurmak için öyle yaptığını söyledi. Peygamber aleyhisselam o şefkat dolu sesiyle çocuğu şöyle uyardı:

– “Oğlum! Hurma ağaçlarını taşlama! Yere düşen hurmaları al, ye!” Sonra da o çocuğa hayır duada bulunarak evine gönderdi.

Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, demişler. Güzel sözle tatlı dille uyarmak ve eğitmek varken bağırıp çağırmak, vurup kırmak suretiyle neyi halledebiliriz? Kızıp bağırmak, vurup devirmek, öfkelenen kimsenin sıkıntı atıp hafiflemesine yarayabilir. Ama problem, çözülmemiş haliyle olduğu yerde kaskatı durur.

Turfanda Meyva

Peygamber Efendimiz ashab-ı kiramın sevgilisiydi. Ashabın çocukları da Şefkat Pınarı efendimizin sevgilisiydi. Sevginin en belirgin alametlerinden biri, sevdiğini kendisine tercih etmektir. Ashab-ı kiram çarşıda turfanda bir meyve görünce, hemen onu alıp. İki Cihan Güneşi’ne sunmaktan derin bir haz duyarlardı. Bu esnada Efendimizin inci gibi parlayan dişleriyle tebessüm etmesi, onları bahtiyar ederdi.

O Güzeller Güzeli, arkadaşlarının getirdiği meyvayı kendilerine lütfeden Cenab-ı Hakk’a şükrettikten sonra, gördüğü ilk çocuğa seslenir ve meyvayı ona verirdi.

Resül-i Ekrem efendimizin: “Çocuklarınıza iyi davranın; onları iyi terbiye edin” buyurması, çocuklara verdiği değerin en güzel göstergesidir.

Sahip olduğumuz bütün güzellikleri bizden sonra aynen yaşatacak olan yavrularımıza değer vermeliyiz. Onları bir gül gibi yetiştirmeliyiz.