Öyle Bir Sevgi

YYaşar Kandemir hocamızın 1989 Temmuz ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 041, Sayfa: 006)

Sevilen nice insan gelip geçmiştir şu dünyadan. Ama Resül-i kibriya’ya duyulan sevginin bir benzeri ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Özellikle Ashab-ı Kiram arasında, bu emsalsiz sevgiyi engin gönüllerinde besleyip geliştiren nice büyük insan vardır. Onlar birer sevgi sıradağıdır. Bu sıradağlarının başında Hazreti Ebû Bekir -radıyallahu anh- gelir.

Onun yeni müslüman olduğu günlerdeydi. Kureyşliler İslam adını daha yeni yeni duyuyor, rahatlarını kaçırdığı için Hazreti Peygamber (s.a)’e çok kızıyorlardı. Hz. Ebû Bekir (r.a) müslüman olmanın derin hazzını diğer insanların da tatmasını arzu ettiği için onları İslamiye’te davet etti. Kureyşliler onun gibi sessiz ve sakin bir insandan böyle bir şey beklemiyorlardı. Müthiş bir öfkeye kapıldılar ve onu öyle bir dövdüler ki, yüzü, gözü birbirine karıştı. Haberi duyup gelen yakınları öldüğünü zannederek onu bir yaygıya koyup götürdüler. Akşama doğru gözünü açar açmaz:

– Rasûlullaha ne oldu? diye sordu. Akrabaları Hazreti Peygambere zaten çok kızıyorlardı.

– Bırak şunu, diye ona çıkıştılar. Hz. Ebû Bekir ısrarla soruyordu:

-Ona ne oldu, söyleyin?

Baktılar ki, teskin etmek mümkün değil; yürümeye de mecali yok; onu sırtlarına alıp Resûl-i Ekrem’in yanına götürdüler. İki sevgili birbirini görünce gözyaşlarıyla kucaklaştılar. Nebiy-yi Muhterem (s.a.)i sağ salim gören Hz. Ebû Bekir (r.a), onun gül yüzüne derin bir sevgiyle bakarak bütün ıstıraplarını unuttu. Hayatını, maddi manevi bütün varlığını onun yoluna ve aziz davasına vakfetti.

Gözleriniz kımıldayıp dururken.

Ölmek üzereyken bile Resûl-i kibriya’yı düşünen, onun yaşamasını, davasını muzaffer kılmasını arzu eden Hak aşıkları vardır. Akabe gecesi Fahr-i kainat’a biat edenlerden ve Ensar-ı Kiram’ın temsilcilerinden olan Sa’d b. Rebî bunlardan biridir. Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman b.Avf’la kardeş ilan edildiği için ona malının yarısını vermek için ısrar eden ve iki hanımından birini boşayarak onunla evlenmesini isteyen ve böylece tarihte emsali görülmemiş bir fedakarlığı sergileyen de odur.

-Uhud savaşı bitmiş, düşmanlar çekip gitmişti. Nice Resûlullah aşığı onu korumak için can vermişti. Bir ara Hz. Peygamber Sa’d b. Rebî’i etrafında görmeyince:

– Biriniz Sa’d’dan haber getirsin. Şehidler arasında mı, gaziler arasında mı, bir baksın. Biraz önce onu şu tarafta çarpışırken görmüştüm, buyurarak vadinin bir köşesini gösterdi.

-Sahabilerden Zeyd b. Sabit Resûl-i muhterem’in işaret buyurduğu tarafa doğru koşarak gitti. Şehidler vadiye serilmişti. Sa’d b. Rebîi göremeyince bağırmaya başladı:

– Nerdesin Sa’d? Beni sana Resûlullah gönderdi!

-Ben artık ölüler arasındayım, dedi Sa’d. Ölmek üzereydi. Derin derin nefes alıyordu. Vücudunda yetmiş tane yara vardı. Onu asıl perişan eden göğsünden girip sırtından çıkan ok olmuştu. Hz. Peygamber’in onu arayıp sormasına sevinmişti. Resûlullah (s.a.)’e selam gönderdikten sonra kavmine şu sözleri iletmesini istedi:

“Allah’tan korkunuz, Allah’tan! Akabe gecesi Resûlullah’a verdiğiniz onu koruma va’dini hatırlayınız! Vallahi gözleriniz kımıldayıp dururken Resûl-i kibriya’yı düşmanlarından korumaz da onun başına bir felaket gelmesine meydan verirseniz, Allah’ın huzurunda ileriye sürebileceğiniz hiçbir mazeretiniz olamaz”. Sonra da ruhunu teslim etti.

Uhud savaşı, Resûlullah aşıklarının onun etrafında vücutlarını siper ettikleri, onun uğrunda ölmeyi şeref ve en büyük saadet bildikleri yine de onun mübarek dişinin kırılmasına engel olamadıkları çetin bir savaştır.

Fahr-i Kainat’a, “Seni canımdan da çok seviyorum ya Resûlullah!” diyen Hz. Ömer’in muhabbet dolu sesi asırlar boyu onun aşıklarının sermayesi olmuş ve sevginin bu mücessem ifadesi onları aşk ummanına fırlatan bir tramblen vazifesi görmüştür.

Muhabbet-i Resûlullah ile parıldayan gönüller, aşkın ve sevdanın eşsiz numunelerini ashab-ı kiram’da görmüşler ve sevmeyi onlardan öğrenmişlerdir.

Emret, ya Resûlallah!

Aşıklar kervanının o kutup yıldızlarından biri de Talha b. Bera adlı genç sahabidir. Nebiy-yi muhterem (s.a.) Medine’yi teşrif ettikleri zaman Talha b. Bera çocuk denecek yaştaydı. Fahr-i kâinat’ı görmeden aşık olmuştu. Hz. Peygamber’i görür görmez eline kapandı; ayaklarını öpmeye başladı.

-Emret, ya Resûlullah, diyordu. Sana asla karşı gelmem: ne istersen emret!

Böyle bir yavrunun, Talha gibi bir gencin akıllara durgunluk verircesine bir bağlılık arzetmesi Resûl-i kibriya’nın çok hoşuna gitti. Mübarek inci dişleri, memnuniyetini gösteriyordu. Sevdiklerine zaman zaman yaptığı şakalardan birini aynı zamanda bu sevginin mahiyetini denemek maksadıyla Talha’-ya yöneltti:

– Madem her isteğimi yapacaksın, öyleyse git babanı öldür, dedi. Talha:

– Baş üstüne, diye fırlarken Hz. Peygamber onun gitmesine engel oldu:

– Ben akrabalarla ilgiyi kesmek için gönderilmedim, buyurdu (Taberanî, Mu’cemu’l kebîr’den, Mecmeu’z-zevaid, III, 37;IX, 365-66).

Bu emsali görülmemiş aşkın sahibi bîr kış günü hastalandı. Haberi duyan Nebiy-yi muhterem (s.a.) Talha’nın ziyaretine gitti. Onun Rabbine kavuşmak üzere olduğunu görünce üzüldü. Dönüp giderken yakınlarına dedi ki:

– Talha dünyaya veda edecek gibi. Şayet ona birşey olursa, bana haber verin de cenaze namazını kıldırayım. Elinizi çabuk tutun. Bir müslümanın cesedinin ailesi yanında kalması doğru değildir (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 33).

Öte yandan Talha da vefat edeceğini anlamıştı. Ailesine dedi ki:

– Öldüğüm zaman beni bir an önce gömerek Rabbime kavuşturun. Resûlullah (s.a.)’e de öldüğümü haber vermeyin. Böyle bir havada, gece yarısı benim için rahatsız olmasın. Ona yılanların yahut yahudilerin bir fenalık yapmasından korkarım. Kendisine selamımı söyleyin: Allah’dan benim için af dilesin.

Talha’yı gece defnettiler. Olup biteni Hz. Peygamber’e sabah namazından sonra haber verdiler.

Resûl-i kibriya (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) efendimiz Talha’nın kabrine gitti. Ashab-ı kiram saf bağladılar. Efendimiz mübarek ellerini kaldırarak:

– Allahım! Talha’dan hoşnut ol, onu senden hoşnut et, diye dua etti.

Talha b. Bera gibi bir sevgi dağının Resûl-i kibriya’ya öylesine bağlı oluşu elbette bizi şaşırtmıyor. Huveyyisa adlı sahabi, müslüman olmadan önce böylesi bir sevgi ve bağlılığa şaşıp kalmıştı. Küçük kardeşi Muhayyısa kendinden önce müslüman olmuş ve kanı Hz. Peygamber tarafından heder edilen İbn Süneyne adlı bir yahudi tacirini öldürmüştü. Bunu haber alan Huveyyisa, kardeşini dövmeye başladı. Bir yandan da:

– Bunu nasıl yaparsın? Karnındaki yağların çoğu onun malından hasıl olmuştur! diye çıkışıyordu. O zaman Muhayyısa yavaşça doğruldu:

– Beni bunun için mi dövüyorsun? Onu öldürmeyi bana emreden öyle bir kimsedir ki, şayet seni öldürmemi emretse, çekinmeden boynunu vururum, dedi.

Huveyyisa dondu kaldı:

– Hayret, bu ne biçim din! diye söylendi. Sonra da vakit kaybetmeden Resûlullah’ın huzuruna gidip müslüman oldu.

Ashab-ı kiram, aşkta, bağlılıkta ve samimiyette tarihin bir benzerini daha göremediği eşsiz insanlardır. Bu vasıfları ve daha nice güzel taraflarıyla onlar, ümmet-i Muhammed’in numûne-i imtisali, en güzel modeli olmaya devam edeceklerdir.