Onu Arzulayan Canlar

YYaşar Kandemir hocamızın 1992 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 072 Sayfa: 020)

İslâm güneşinin henüz doğmadığı yıllarda, Resûlulah efendimizi arzulayan canlar vardı. Çünkü kutsal kitapları, onun pek yakında geleceğini haber veriyor ve kendisini bütün özellikleriyle tanıtıyordu. İncil’i okuyanlar Efendimizin vasıflarını, kendi çocuklarının özelliklerinden daha iyi biliyorlardı. Onun yolunu bekleyen aydınlık gönüllerden biri Bizans İmparatorluğu’nda yaşayan patrik Dağatır’dı. Bu hristiyan alimi, İncil’deki mesajı iyi kavrayan ve bildiklerini halka iyi anlatan bir din adamıydı. Bu sebeple halk onu çok severdi. Sadece halk üzerinde değil krallar üzerinde bile tesiri vardı.

Antakya yolunda

Sevgili efendimiz hicretin altıncı yılının sonu ile yedinci yılın başlarında komşu hükümdarlara mektuplar yazmaya ve kendilerini Hak Din’e davet etmeye karar verdi. Ashab-ı Kiramın içinde güzel yüzüyle ünlü Dıhye bin Halifetü’l-Kelbî’yi, o zamanlar Antakya’da ikamet eden Bizans imparoturu Herakliyus’a göndermeyi uygun gördü. Dihye’ye iki mektup verdi. Mektuplardan biri İmparator Herakliyus’a, öteki hıristian patriği Dağatır’a hitaben yazılmıştı. Dihye mektupları alıp yola çıktı. Görevi bugünkü Filistin’in bulunduğu Busra şehrine gitmek ve mektupları Busra valisine teslim etmekti.

O günlerde Herakliyus İranlılarla yaptığı savaşı kazanmış, Kudüs’ü onlardan geri almıştı. Dindar bir hristiyan olan Herakliyus savaşa başlamadan önce bir adakta bulunmuştu. “Şayet İranlıları yenersen, Hımıs’tan Kudüs’e kadar Allah rızası için yaya yürüyeceğim” demişti. Dihye’nin Busra’ya girdiği sıralarda adağını yerine getirmiş ve yürüyerek Kudüs’e varmıştı.

Busra valisi, o sıralarda İslâm kuvvetlerinden kaçıp kendisine sığınan Adî bin Hatim’i Dihye’nin yanına katarak onunla birlikte Kudüs’e gönderdi ve Peygamber aleyhisselamın mektubunu İmparator’a bizzat vermesini uygun buldu.

Dihye ile Adî, Busra’dan hareketle Kudüs’ün yolunu tuttular. Kudüs’e varınca İmparator Herakliyus’un huzuruna çıkıp Hz. Peygamber’in mektubunu verdiler. Herakliyus Hristiyanlığı iyi bilmekle beraber Hz. Peygamber’in mektubunu okuyunca, yakın dostu patrik Dağatır’a bir haberci gönderdi. İncil’de bahsi geçen o beklenen peygamber hakkında bilgi istedi. Öte yandan adamlarına, Mekke’den gelen kimi bulurlarsa, alıp yanına getirmelerini emretti.

Geleceğini biliyordum

O günlerde Ebu Süfyan başkanlığında otuz kişilik bir ticaret kafilesi Şam’a gitmekteydi. Bunlar Gazze’ye gelince İmparator’un adamları onları alıp Kudüs’e, Herakliyus’un yanına götürdüler.

Herakliyus Mekkeli tüccarları Kudüs kilisesinde kabul etti. Din ve devlet adamlarıda hükümdarın etrafında sıralanmışlardı. İmparator Hz. Peygamber’e soyca en yakın olan kimseyle konuşmak istediğini söyleyince ona Ebu Süfyan’ı gösterdiler. Herakliyus ile Ebu Süfyan arasında uzun bir konuşma geçti. İmparator henüz bir müşrik olan Ebu Süfyan’a çok önemli sorular sordu. Doğrusu bu ya, Ebu Süfyan istemeye istemeye gerçekleri söyledi. Resûlulah hakkında sağlam bilgiler verdi. İşte o zaman Herakliyus gerçeği anladı ve Ebu Süfyan’a şunları söyledi:

-Onun sahip olduğunu söylediğin bu vasıflar, peygamberlerde bulunan özelliklerdir. Zaten ben onun geleceğini biliyordum. Fakat sizden olacağını sanmıyordum. Eğer onun hakkında bu söylediklerin doğru ise, o şu ayaklarımın bastığı yerlere yakında hakim olacaktır. Eğer onun yanına varabileceğimi bilseydim, kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım. Yanında olaydım, kendi ellerimle ayaklarını yıkardım.

O günlerde patrik Dağatır’ın cevabî mektubu da geldi. İmparator’a beklenen peyamberin zuhur ettiğini haber veriyordu. Herakliyus’un gönlünde bu yeni dine karşı bir muhabbet uyandı. Şimdi bütün mesele, Hz. Peygamber’in gönderdiği davet mektubunu, önde gelen hristiyanlara uygun bir şekilde duyurmaktı.

Bu düşünceyle şehirde ne kadar mevki ve makam sahibi hristiyan varsa, hepsini sarayına davet etti. Herkes geldikten sonra adamlarına gizli bir emir vererek sarayın bütün kapılarını kapattırdı. Sonra davetlilerin karşısına çıktı. Peygamber efendimizden bir mektup aldığını söyledi ve Dihye’nin getirdiği mektubu okuttu. Mektup okunup bitince, İmparator davetlileri birer birer süzdü. Sonra da hiç kimsenin beklemediği şu sözleri söyledi:

-Şimdi bana fikrinizi söyleyin! Bu zâtın davetini kabul ederek kurtuluşa ermek ve ülkenizde huzur içinde yaşamak istemez misiniz?

Hiç kimse imparatordan böyle bir konuşma beklemiyordu.

Herkes derin bir şaşkınlığa kapıldı. Koca salonda ani bir panik başladı. Sanki onları kollarından tutup zorla bu dine sokan varmış gibi kapılara doğru koşuşmaya başladılar. Kapıların kilitlenmiş olduğunu görünce şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemediler.

Bu şuursuz adamların nasıl davranacağını daha önceden tahmin etmiş olan İmparator hazırladığı oyunun ikinci perdesini sahneye koymak zorunda kaldı. Şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemeyentebaasını tekrar huzuruna topladı ve onlara:

-Biraz önceki sözleri sizi denemek için söylemiştim. Dininize ne ölçüde bağlı olduğunuzu gözlerimle gördüm, deyince rahat bir nefes aldılar ve İmparator’a duydukları minneti ifade etmek üzere huzurunda yere kapandılar.

Ertesi gün Herakliyus Dihye’yi huzuruna çağırdı. Hz. Peygamber’in Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğundan şüphe etmediğini, fakat hristiyanların kendisine bir fenalık yapmalarından korktuğunu söyledi. Daha sonra sözü Dağatır’a getirerek Rumların onu çok sevdiklerini ve sözlerine büyük değer verdiklerini anlattı.

Gurbette bir şehit

Dihye Herakliyus’a veda etti; uzun bir yolculuktan sonra Dağatır’ın yanına vardı ve Resûlullah efendimizin mektubunu verdi.

Dürüst bir din adamı olan Dağatır Resûl-i Ekrem efendimizin mektubunu alınca çok duygulandı. Onun Allah tarafından gönderildiğinde şüphesi bulunmadığını, bütün özelliklerinin, hatta isminin bile kitaplarında yazılı olduğunu söyledi.

Dağatır sadece pazar günleri halkın karşısına çıkar, onlara kıssalar anlatıp öğütler verir, daha sonra evine kapanıp bir hafta boyunca kimseyle görüşmezdi. Hristiyanlar onun vaazlarına bayılırdı.

O pazar, her zaman olduğu gibi, cemaati yine toplanıp kendisini beklemeye başladılar. Dihye ile derin sohbetlere dalan, ona İslâmiyet ve Hz. Peygamber hakkında sorular sorup bilgiler alan Dağatır, hasta olduğunu ileri sürerek hristiyanların yanına çıkmadı. Bu hal birkaç defa tekrarlanınca cemaatin sabrı taştı:

-Ya o bizim yanımıza çıkar veya biz onun yanına geliriz. Şu Arap geleliberi ona bir haller oldu, dediler.

Dağatır cemaatini daha fazla idare edemeyeceğini anladı. Zaten öğrendikleri gerçekleri, kendisine gönülden inanan insanlara da öğretmeliydi. Bir din adamının en tabii vazifesi bu idi. Halkın karşısına çıkmadan önce Dihye’ye şunları söyledi:

-Efendinin yanına döndüğünde, ona selamımı söyle! Allah’tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna inandığımı, İsa’nın da Allah’ın kulu ve iffetli Meryem’e ilka ettiği ruhu ve kelimesi olduğunu kabul ettiğimi haber ver.

Sonra odasına geçti. Üzerindeki siyah elbiseyi çıkarıp merasimlere mahsus bembeyaz bir elbise giydi. Asasını eline alarak kilisede toplanmış olan Rumların karşısına vakur bir eda ile çıktı. O gün üzerinde her zamankinden farklı bir hava vardı. Kendisini karşılarında görmekten son derece memnun ve bahtiyar olan cemaatini selamladı ve onları sakin bir eda ile süzdükten sonra söze başladı:

– Ey Rum cemaati! Bize Ahmed peygamberden bir mektup geldi. Hepimizi Yüce Allah’a inanmaya davet ediyor. Ben şüphesiz derim ki, Allah’dan başka ilah yoktur, Ahmed de onun kulu ve resûlüdür.

Yüzünü görebilmek için haftalardır yolunu bekledikleri patriklerinin bu kurtuluş davetiyesi, koca kilisede adeta bir bomba gibi infilak etti. Hayranları ona karşı birden bire öfkeyle ve nefretle doluverdiler. Yaydan fırlamış ok gibi yerlerinden kalkıp Dağatır’ın üzerine atıldılar. İslâm nurunun fışkırdığı bölgeden çok uzaklarda, Rasûlullah’ın bir mektubuyla can bulup dirilen Dağatır’ı döve döve öldürdüler.

Dihye derin bir kederle oradan ayrılıp Herakliyus’un yanına döndü ve yobaz hristiyanların Dağatıra yaptıklarını anlattı.

İmparator dostunun başına gelenlere çok üzüldü. Ulu bir kişi olarak tanıdıkları ve sözüne çok değer verdikleri bir zata nasıl kıydıklarına hayret etti. Daha sonra Dihye’yi Peygamber efendimize hitaben yazdığı bir mektup ve ona sunulmak üzere hazırladığı kıymetli hediyelerle yolcu etti.