Müslümanca Yaşama Üslubu
YYaşar Kandemir hocamızın 2003 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 204 Sayfa: 028)
Kur’ân-ı Kerîm, iyi insanı belirlemek için bir fotoğraf çizmiştir. Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem de, âdeta bu fotoğrafın içine girerek onu canlandırmıştır. O günden bu güne Kur’an ve Sünnet çizgisinde yürüyen İslâm büyükleri, o müstesna yaşama üslûplarıyla, bu fotoğrafı yansıtmaya devam edegelmişlerdir.
Bu çizginin günümüzde de devam edip gitmesi için Müslümanın yapması gereken şudur: İnancı ve dünya görüşü kendisininkine benzemeyenlerin yaşama biçimine asla özenmemek; din büyüklerinin çizgisinde yürüyerek İslâm’ın rengine boyanmak; “adı güzel kendi güzel Muhammed”i model almak, sonuçta, kendisine bakanların, “İşte Müslüman” diyeceği bir yaşama tarzına sahip olmaktır.
Görünüşün Önemi
Bir şeyi unutmamak lâzım: Allah Teâlâ insanın yüzüne, malına, mülküne değil, kalbine bakar (Müslim, Birr 33). İnsan ise, karşısındakinin kalbini göremediği için, ister istemez onun yüzüne bakar.
İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz ashâbının görünüşüne önem verirdi. Onlara beyaz renkli elbiseler giymelerini tavsiye ederdi (Ebû Dâvûd, Libâs 8; Tirmizî, Cenâiz 16); elbiselerinin boyunu bile belirler, ayak topuğunu aşan ve yerde sürünen kıyafetleri giymekten sakındırırdı (Ebû Dâvûd, Libâs 27). Bir defasında kötü bir kıyafet içinde gördüğü adama mal varlığını sormuş, halinin iyi olduğunu öğrenince, “Allah sana maddî imkân vermişse, bu nimet senin üzerinde görülmelidir” buyurmuştu (Ebû Dâvûd, Libâs 14).
Sevgili Efendimiz saçının başının dağınık, elbisesinin kirli olduğunu gördüğü kimseleri, arkadaşları vasıtasıyla uyarır, kendilerine çeki düzen vermelerini ister (Ebû Dâvûd, Libâs 14), saçını uzatanların, saçlarına iyi bakmaları gerektiğini söylerdi (Ebû Dâvûd, Tereccül 3).
Cuma namazına gelecek kimselerin güzelce temizlenip yıkanmasını, dişlerini fırçalamasını, mümkünse güzel koku sürünmesini, kendisinin yoksa, eşinin kokusundan faydalanmasını, (Müslim, Cum’a 5-7), Cuma günü daha bir itinalı giyinmesini tavsiye ederdi (Ebû Dâvûd, Salât 212, 213).
Peygamberi Örnek Almak
Görünüş; sadece giyim kuşamdan, beden temizliğinden ibaret değildir. Bunlarla birlikte güzel bir yaşama üslûbuna, hal ve davranış güzelliğine sahip olmaktır.
Ashâb-ı kirâm Efendilerimiz, hal ve davranışlarının Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem gibi olmasına gayret ederlerdi. Tâbiîn âlimlerinden Abdurrahman İbni Yezîd, sahâbeden Huzeyfe İbni Yemân hazretlerine şöyle sormuştu:
– “Hayat tarzı, hal ve tavırları Allah’ın Resûlü’ne en çok benzeyen sahâbî kimdi? Bize söyle de, onu kendimize örnek alalım.” Huzeyfe radıyallahu anh ona şöyle dedi:
– “Ailesiyle baş başa kaldığı zaman nasıl davrandığını bilemeyiz ama, evinden çıkıp tekrar evine dönünceye kadar, yaşayışı ve tavırları Peygamber aleyhisselâm’a en fazla benzeyen sahâbî Abdullah İbni Mes‘ûd idi” (Buhârî, Fezâilü ashâbi’n-Nebî 27, Edeb 70).
Abdullah İbni Mes’ud Kûfe’de yaşardı. Talebelerine, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın yaşayış tarzını öğrenmek için Medine’ye gitmelerini, Hz. Ömer’in nasıl yaşadığına dikkat etmelerini tavsiye ederdi. Onlar da Medine’ye gider, Hz. Ömer’in yaşayış tarzını inceler, onu kendilerine örnek almaya çalışırlardı.
Peygamber gibi yaşadığı için başkalarının kendisine hayran olduğu bir insanın, bu konuda kendisini yeterli görmeyip, kendisinden daha ileride gördüğü birini tavsiye etmesi ne kadar anlamlıdır. Burada İbni Mes‘ûd hazretlerinin, konumuzla ilgili ve bizim için çok değerli şu sözünü hatırlayalım:
“Âhir zamanda güzel bir hayat tarzına ve yaşama biçimine sahip olmak, bazı amellerden daha hayırlıdır.”
Âhir zaman, içinde yaşadığımız zamandır. Bu tehlikeli zaman diliminde bizi fenalıklardan koruyacak olan şeyin, Peygamber aleyhisselâm’ı kendimize örnek alarak yaşamaya çalışmak olduğu bir kere daha anlaşılmıştır.
Efendimiz’in seçkin ashâbından Abdullah İbn Abbas’ın, Peygamber bahçesinin güllerinden derlediği anlaşılan güzel bir sözü vardır:
“Hiçbir aşırılığa kaçmadan orta yolu tutmak, bir işi yumuşak bir tavırla ve ilerisini, gerisini düşünerek yapmak, iyi bir hayat tarzına sahip olmak peygamberliğin yirmi beşte biridir” (Mâlik, Muvatta’, Şa‘ar 17). İbni Abbas’ın kendiliğinden söylemediği âşikâr olan bu hikmetli söz, iyi bir yaşama tarzına sahip olmanın önemini ortaya koymaktadır.
Bu konuda bir de Hz. Âişe annemizin tespiti var. Ona göre oturuşuna, kalkışına varıncaya kadar, bütün bir yaşama biçimiyle Peygamber Efendimiz’e en çok benzeyen, onun gül goncası Hz. Fâtıma idi.
Büyüklerin İzinde
Bizim geleneğimizde, hocadan sadece ilim öğrenilmezdi; ilimle birlikte yaşama üslûbu, davranış biçimi de öğrenilirdi. Güzel dinimizin doğru dürüst yaşandığı devirlerde, bir âlimden faydalanmak isteyenler, önce onun namazı nasıl kıldığına, dini nasıl yaşadığına bakar, memnun kalırlarsa ona öğrenci olurlardı. Allah’a karşı görevini lâyıkıyla yapmayan birinin ilmine de güvenilemeyeceğini kabul ederlerdi. Hz. Ebû Bekir devrinde İslâmiyet’le şereflenen ünlü kıraat âlimi, muhaddis ve müfessir Ebü’l-Âliye ile, onunla aynı yüzyılda yaşayan ünlü fakih ve muhaddis İbrâhim en-Nehaî böyle söylüyorlar. Daha sonraki yüzyıllarda da hep böyle olagelmiştir. O devirlerde talebe, istediği hocadan ilim öğrenme hürriyetine sahipti ve yaşayış tarzını beğenmediği birinin yanında vaktini öldürmek istemezdi.
Efendimiz’den bir asır sonra yaşayan İmam Mâlik hazretleri, ilim öğrenmek isteyen kimsenin, kendisinden önceki İslâm büyüklerinin izinde gitmesi gerektiğine işaret ederdi; hayat tarzı Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e en çok benzeyen kimsenin Hz. Ömer, ondan sonra oğlu Abdullah İbni Ömer, ondan sonra da Abdullah’ın oğlu Sâlim olduğunu söyler ve onların izinde gidilmesini tavsiye ederdi.
Günümüzde, İslâm büyüklerinin izinde gitmeye gayret edenleri “gelenekçi” diye hafife almak isteyenlere bakarak nereden nereye geldiğimizi düşünebilirsiniz. Allah korusun, Müslümanlar bu “yenilikçi”lerin ardına düşüp gitmeye kalksaydı, yüzyıllar boyu süzülüp gelen İslâmî güzelliklerden acaba geriye ne kalırdı?
Tebeü’t-tâbiîn neslinden tanınmış bir hadis hâfızı ve fıkıh âlimi olan Abdurrahman İbni Mehdî,bazı seçkin kimselerin yanına, onlardan ilim öğrenmek için değil, İslâm ahlâk ve edebi öğrenmek için gittiklerini söylerdi; kendisi de ailesine ve çocuklarına, kimlerin yaşama üslûbundan faydalanmaları gerektiğini vasiyet ederdi. Abdurrahman İbni Mehdî, bir de İmam Buhârî’nin ünlü hocası İbnü’l-Medînî’den söz ederdi. İbnü’l-Medînî’nin adını duyunca, birazcık durmak gerek. Çünkü Buhârî ondan söz ederken, “Kendimi, İbnü’l-Medînî dışında hiçbir kimsenin yanında küçük hissetmedim” derdi. Muhaddislerin sultanı Buhârî, hocasından böyle söz ederdi. İşte bu İbnü’l-Medînî ve onun gibi büyük âlimler, şöhretli muhaddis Yahyâ Bin Saîd el-Kattân’ın yanına, yaşayış tarzını görüp onun gibi yaşamaya gayret etmek için giderlerdi.
Büyüklerimiz, Müslümanca yaşamaya, hayatlarına peygamber hayatının rengini yansıtmaya pek önem verirlerdi. İslâm ahlâkını, diğer ilimleri öğrendikleri gibi öğrenmeye çalışırlardı. Güzel ahlâkın, ilmin meyvesi olduğunu kabul ederlerdi.
Dinimizin güzelce yaşandığı devirlerde güzel insanlar çoktu. Çünkü o zamanlar herkesin hedefi, dini Peygamber Efendimiz gibi yaşamaktı. Daha sonraki dönemlerde himmetler, hedefler değişti. Ama Peygamber yolunun yolcuları, sayıları azalsa bile hep var olageldi. Önemli olan, onların çizgisinde yürümeye çalışarak Peygamber Efendimiz’in yaşama üslûbunu yakalamaktır.
Allah yardımcımız olsun. Âmin.