Muhaddis Ahlakı

YYaşar Kandemir hocamızın 2002 Mayıs ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 195 Sayfa: 028)

Peygamber Efendimiz’in sözlerine hadis, hadisleri öğrenip başkalarına öğretenlere muhaddis dendiğini hepimiz biliriz. Bazı muhaddislerin çok hadis rivayet etmesine takılanlar “Canım, onlar da bizim gibi insan değil miydi? Bu kadar hadis ezberlenir mi?” diye itiraz ederler.

Bu itiraz uygun değildir. Çünkü her devrin şartları, imkânları, insanların yetişme tarzlarıbirbirinden farklıdır. Bunları bilmeden olaylar ve insanlar hakkında sağlıklı hüküm vermek mümkün değildir. Şüphesiz o insanlar da bizim gibi birer bedene sahiptiler; ama onların yetişme tarzları ve hayata bakışları bizden çok farklıydı. Allah’ın ve Resûlullah’ın buyrukları onların hayatına yön verdiği için bizimkiyle kıyas edilmeyecek bir ihlâs, samimiyet ve aşkları vardı.

Elbette her hadis bir Peygamber gülüdür. O gülleri koklamamızı sağlayan muhaddisler de bizim için pek değerli insanlardır. O güzel insanların yetişme tarzını ve o devirlerde hadise ve muhaddise ne gözle bakıldığını bilmek ufkumuzu açacaktır. İnşallah bir başka sohbetimizde bu fedakâr insanların hadis öğrenmek için nelere katlandıklarını ele aldığımızda onlara olan saygımız ve muhabbetimiz daha da artacaktır

Önce Allah Rızâsı

Hadis öğrenmeye karar veren bir delikanlıya “Bak yavrum!” derlerdi. “Hadis öğrenmek istiyorsan bu işi Allah’ın rızâsını kazanmak, Resûlullah’ın sünnetine hizmet etmek için yapacaksın. Bu peygamber mirasını menfaatlerine âlet etmeyecek, gönlündeki dünya hevesini, makam ve mertebe hırsını bir yana atacaksın.”

“Haydi şimdi sen Allah’tan kolaylık, yardım, başarı iste! Seni doğru yola iletmesini niyâz et! Güzel bir ahlâka ve edebe sahip olmaya çalış! Hadis âlimlerinin ahlâkını ve edebini öğren, onlar gibi yaşamaya gayret et! Dersine zamanında git ve hocanı dikkatle dinle, onun rivayet ettiği hadisleri daha önce duysan bile ilk defa duyuyormuş gibi davran! Hocana ve onun ilmine saygı duy; onun hizmetinde bulunup hoşnutluğunu kazanmaya çalış; derste onun hoşlanmadığı hareketleri yapma; uygun olmayan bir zamanda ve kaba bir tavırla gereksiz sorular sorarak canını sıkma; ama anlamadığın konuları ona sormaktan da asla çekinme!”

“Giyim kuşamına dikkat et; süslü püslü elbiseler yerine ilim ehline yakışır mütevâzı kıyafetler giy! Kendinden soyca, yaşça ve diğer bazı özellikler bakımından daha aşağıda olanlardan hadis rivayet etmeyi kibir ve gurur meselesi yapma; yeteri kadar hadis tahsil ettiğini düşünerek Artık ben de muhaddis oldum’ deme!”

“Arkadaşlarını iyi seç, öğrendiğin bilgileri onlardan esirgeme! Hadislerin mâna ve muhtevasını anlamaya, sahih ve zayıf olanlarını bilmeye ve onları rivayet eden râvileri iyi tanımaya gayret et, hâfızanda hadislerin iyice yer etmesi için onları birer ikişer ezberle, ezberlediklerini unutmamak ve başka rivayetlerle karıştırmamak için onları arkadaşlarınla müzâkere et! Hadis rivayet ederken de son derece titiz davran!”

Hadis talebesine bunun gibi daha birçok tavsiyede bulunurlardı.

Muhaddis olmak isteyen kimse önce kendi memleketindeki hadis âlimlerinden okur, sonra diğer İslâm ülkelerinde tahsilini ilerletmek üzere seyahate çıkar, onlarca şehri dolaşır ve tanınmış âlimlerden hadis öğrenirdi.

Bir kimsenin rivayet edeplerinden haberi yoksa ve öğrendiğini yaşamıyorsa o muhaddis sayılmazdı. Bir muhaddiste hadisi dinleme, ezberleme, anlama, onunla amel etme ve başkalarına öğretme gibi beş özellik aranırdı. Muhaddisin doğru sözlü olması, bid’atlerden ve büyük günahlardan uzak durması istenirdi.

Hadisin İtibarı

Hadis tahsilini tamamlayıp muhaddis olan bir âlimin uyması gereken birçok kural vardı. Hadisleri öğretirken bu kurallara titizlikle uyarlardı.

Muhaddisler hadisin itibarını korurlardı. Aç kalsalar bile, menfaat ve makam elde etmek için devlet adamlarına yakın durmazlardı. Meselâ Ahmed İbni Hanbel büyük bir muhaddis, ama fakir bir aile reisiydi. Ekinler biçildikten sonra tarlalarda kalan başakları toplar, ailesinin rızkını temin etmeye çalışırdı. Onun büyüklüğünü bilen devlet adamları saraylarına gelerek kendilerine ve çocuklarına hadis okutmasını istemişler, bunun için kendisine büyük paralar göndermişlerdi. Fakat o “ilim devlet adamlarının ayağına gitmemeli, devlet adamları ilmin ayağına gelmeli” diye düşündüğü için gönderilen paraya el sürmeden iade etmişti. Onun çağdaşı İmam Buhârî ve benzeri âlimler de böyle davranırlardı. Evzâî ve Hammâd b. Seleme gibi âlimler kendilerine hediye getirenlere bile hadis rivayet etmezlerdi. Onlar Resûlallah’ın mirasını işte böyle gözetirlerdi.

Muhaddisler, Resûlullah emanetine duydukları saygıdan dolayı hadis okuturken pek titiz davranırlardı. Dersten önce abdest veya boy abdesti alırlar, dişlerini temizleyip sakallarını tararlar, güzel koku sürünürler, mecliste bulunanları karşısına alacak şekilde vakarla otururlardı. Bir miktar Kur’an okur veya okuturlar, besmele, hamdele, salvele ve bir dua ile rivayete başlarlar, duruma uygun bir dua ve yine Allah’a hamdederek dersi bitirirlerdi. Ders boyunca Allah adı anıldığında “tebâreke ve teâlâ, azze ve celle” gibi bir saygı ifadesi kullanırlar, Hz.Peygamber’in adı geçtiğinde yüksek sesle “sallallahu aleyhi ve sellem”, sahâbenin adı zikredildiğinde“radıyallahu anh” derlerdi. Kısacası onlar derslerini bir aşk ve vecd içinde yaparlardı.

Bir zamanlar muhaddis olmak müslümanlar için iftihar vesilesiydi. Hadis âlimleri daha üç dört yaşında bulunan yavrularına hadisleri sevdirmek için onları omuzlarına alıp tanınmış muhaddislerin derslerine götürürler, Peygamber meclislerini andıran o güzelim havayı çocuklarının teneffüs etmesini isterlerdi.

Günümüzde tanınmış bir siyasetçi bir kente gidince halk onu dinlemek için meydanlarda nasıl heyecanla toplanıyorsa, eski devirlerde de hadis âlimlerini dinlemek için toplanırlar, onların derslerine büyük ilgi gösterirlerdi. Ünlü muhaddis Yezîd İbni Hârûn (ö. 206/821) Bağdat’a gittiğinde ondan hadis rivayet etmek isteyen binlerce hadis talebesi ve halk geniş bir meydanda toplanmıştı. Bu hali gören devrin halifesi yanındakilere o muazzam kalabalığı göstererek “İşte asıl mülk ve saltanat budur” demişti (Hatîb el-Bağdâdî, Şerefü ashâbi’l-hadîs, s. 100 ).

Bir başka zaman halife Hârûnürreşîd, kadısı Yahyâ İbni Eksem‘e “Rütbesi halifeden daha yüksek birini tanıyıp tanımadığını” sordu. O sırada hadis rivayet etmekte olan bir muhaddisin yanından geçiyorlardı. Kadı o muhaddisi gösterince halife bunun çok doğru bir tespit olduğunu kabul etti (Şerefü ashâbi’l-hadîs, s. 99-100). Etmesi de gerekirdi; çünkü Resûl-i Ekrem, hadislerini rivayet edecek olanlara “halifelerim” diye iltifat buyurmuştu (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, I, 126). Bu ümmet de derin hadis bilgisiyle ünlü hadis hâfızlarını, hadiste mü’minlerin emiri anlamında “emirü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” diye anmıştı.

“Mârifet iltifata tâbidir, müşterisiz metâ zâyîdir” diye bir söz vardır. Devlet başkanları hadise ve muhaddislere hayranlık duyarsa, hadis öğrenmeyi hem kendileri hem çocukları için gerekli görürse o ilim herkesin gözdesi olur; en yetenekli insanlar o ilme yönelir. İşte hadise yüzyıllarca böyle itibar edilmiş, muhaddisler el üstünde tutulmuşlardı. Şimdi kalkıp “Muhaddisler de bizim gibi insanlar değil miydi?” diye soranlar işin bu sosyolojik yönünü görmezden geliyorlar.

Ne diyelim, Cenâb-ı Mevlâ onlara gerçekleri görme kabiliyeti, bize de Resûlü’nün izinde yürüme gayreti ihsân eylesin (Âmin).