Kurban Ola Canım Sana

YYaşar Kandemir hocamızın 1998 Ocak ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 143 Sayfa: 024)

Etrafımızda olup bitenlerden ister istemez etkileniyoruz. Bugün bir olayın akıntısına, yarın bir başka hâdisenin girdâbına kapılıp gidiyoruz. Bizi aşan, ümitlerimizi sarsan vak’alar karşısında eli kolu bağlı kalınca üzülüyor, ne olacak halimiz diye yanıp yakılıyoruz. Bize rağmen olanlar karşısında ümitsizliğe kapılmamak, aşırı yıpranmamak, ezilip tükenmemek için mânevî güç kaynaklarımıza dönmek zorundayız. Oradan alacağımız ilham ile imanımızı, aşkımızı, azim ve gayretimizi güçlendirmek mecburiyetindeyiz.

Bizi mânen doyurup besleyen, gönlümüzü yaşama zevkiyle kanatlandıran güç kaynaklarımızın başında Allah ve Resûlullah aşkı gelir. Biz de şâir gibi “Aşk imiş her ne var âlemde” diyerek Peygamber aşkının kuytu ve emniyetli limanına sığınalım. Yıllarca Ravza-i mutahhara’nın etrafında dört dönerek Peygamber aşkıyla inleyen bir âşığa kulak verelim.

Konya’nın Hâdim ilçesinden olup muhtemelen 1939 yılında ailesiyle birlikte Medîne-i Münevvere’ye hicret eden ve 1966’da orada vefat eden Kaşıkçı Ali Rızâ‘nın adını duyanımız herhalde pek azdır. Mesleği kaşıkçılık olan bu âlim ve şâirin Necâtü’l-mü’minîn min ehâdîsi’l-erba?în adlı kitabından bir dostum vasıtasıyla haberdâr olabildim. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün Arapça hocalarından merhum Mustafa Runyun ile hâlen Harem-i şerif hattatlarından Abdullah Rızâ‘nın babası olan hâfız Ali Rızâ, alışılmışın aksine, Dîvân-ı Rızâ adlı mürettep divanına, kendisinin derleyip tercüme ve şerh ettiği bir kırk hadis ile başlamış. 456 sayfalık eserin 131 sayfasını oluşturan kırk hadisin içinde, şerhettiği konularla ilgili 44 adet uzun şiirini serpiştirmiş. Bu şiirlerin önemli bir kısmı Peygamber sevgisini terennüm ediyor. Divanında ise Resûlullah’a olan sevdâsı her fırsatta görülüyor. Kaşıkçı’nın bu eseri zarûretler sebebiyle Şam’da, bir akâid ve ahlâk kitabı olan İmdâdü’l-mü’minîn fî beyâni akâid’l-müslimîn adlı eseri ise bir başka Arap memleketinde eski harflerle basılmış. Kitapların üzerinde baskı yeri ve tarihi yok. Her iki eserde de epeyce imla hatası bulunmaktadır. Müslüman halkımızın Peygamber sevgisini besleyeceğinden ve onlar tarafından derin bir hazla okunacağından emin olduğum bu şiirler, yeni harflerle itinalı bir şekilde mutlaka yayımlanmalıdır. Bu Peygamber âşığının kimini arûz kimini hece vezniyle yazdığı şiirlerinden, yerimizin sınırlı olması sebebiyle birkaç seçme yapabildim. Onları zevkle, heyecanla okuyacağınızdan ve Peygamber sevgisinin ruha can veren coşkusuyla yenileneceğinizden eminim.

Nâbî Gibi

Şiir ziyafetimize, Kaşıkçı’nın, büyük şâirimiz Nâbî’nin, Sakın terk-i edepten kû-yı mahbûb-i Hudâ’dır bû/ Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâ’dır bû diye başlayan ünlü gazelini hatırlatan ve Peygamber aleyhisselâm‘ın yüce huzûrunda takınılması gereken edebi dile getiren güzel bir şiiriyle başlayalım:

Gönül bunda sebât et ravza-i Fahr-i cihandır bu
İçinde Fahr-i Âlem var metâf-ı âşıkandır bu

Cemî-i enbiyâ vü evliyânın şâh-ı sertâcı
Haber vermekte mi’râcı, oku belli beyandır bu

Hidâyet râhının şâhı, saâdet tahtının mâhı
Bu yerdir işte dergâhı, mekân-ı ârifandır bu

Alındı Kabekavseyn’e, ki sığmaz akla hem zihne
Harîm-i kuds-i mâbeyne, giren bir lâ-mekandır bu

Fesâhatte belâgatte cihâna gelmemiş misli
Kelâmı tatlı kevserden, sözü mu’ciz-beyandır bu

Onunla Âdem ü Havvâ tevessül ettiler Hakk’a
Kamû halka vesâildir, şefî-i müznibandır bu

Bize nimetleri Hakk’ın anın yüzü suyundandır
Dü âlem menba-ı feyzi ü zülâl âb-ı revandır bu

Ne mümkündür Muhammedsiz hidâyet râhını bulmak
Vücudu halka rahmet, cennete halkı koyandır bu

Nice âşıkların cânın Hakk’ın gülzârı aşkında
Salıp âteşlere cânı, cihânı yandırandır bu

Cihan halkı bu âlemde dalâlet içre kalmışken
Gelip şol mürde diller kalbini ihyâ kılandır bu

Gelip ilm ü maârifle cihânı eyledi ihyâ
Ulûm-i ma’rifet bâğın içinde bâğbandır bu

Eğer halkolmasaydı bû vücut bulmazdı âlemler
Hüdâ’dan kulları üzre ne âlî imtinandır bu

Odur yerin göğün mâhı, bize bildirdi ilâhı
Cemî-i âlemin şâhı, saâdet-iktirandır bu

Onu kendi için, halkı onunçün kıldı Hak mevcût
Ona dostum demiştir O, Habîb-i Müstean’dır bu

Odur ol hâlikın yârı, bilinmez kadri miktârı
Cihânın gülü gülzârı, Resûl-i âlî-şandır bu

Eğer âşık isen ona, buyur yan da karar-gîr ol
Umûmun ilticâ-gâhı, makarr-i âbidandır bu

Medîne misli yok şimdi cihanda başka bir melce’
Vücûd-ı Mustafâ’dan nûr alan bir âşiyandır bu

Bu yerde bir sevâba bin, ne bindir belki yüz bin var
Bu yerdir ravza-i cennet, mahall-i âşikandır bu

Baş urduk biz bu dergâha, bu dergâh-ı şehinşâha
Sığındık bunda Allah’a, bize hoş sâyebândır bu

Bizim çün oldu bir rehber, kitâbın eyledik ezber
Gönül bunda ölüm bekler, ne hoş bir hâkdandır bu

Gönül gel fitne devrinde, ki taksîr etme şükründe
Demâdem bekle şehrinde, sana emn ü emandır bu

Sana takdîme şâyan bu Rızâ‘nın hiç nesi vardır
Kabûl et yâ Resûlullah Rızâ‘dan armağandır bu

Fahr-i Âlem İle

Şerh ettiği hadislerden birini belki de Kubbe-i Hadrâ’ya bakarak şerh eden şâirin, Peygamber-i Zîşân’ın yanı başında onun hasretiyle duygulandığı, cennette onunla beraber olma arzusuyla heyecanlandığı ve açıklamakta olduğu konuyu bitirmeyi beklemeden hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelerek kendisini Fahr-i Âlem ile haşreylemesini niyâza başladığı görülmektedir. Şüphesiz cennette Resûl-i Ekrem’e komşu olmak, onun gül cemâlini seyrederek sohbetini dinlemek bu satırları yazan, okuyan ve dinleyenlerin de en büyük arzu ve niyâzlarından biri olduğu için, aşağıdaki şiiri şâiriyle birlikte terennüm edelim:

Menzil-i vahy-i Hudâ’dır bu vatan
Seyyid-i tâc-i rusül bunda yatan
Ey bu âlemleri yoktan yaratan
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni

İki âlemde de gösterme elem
Çekiver aff-ı kusûr üzre kalem
Fahr-i Âlem anda açtıkta alem
Sen o sultan ile haşreyle bizi

Beni meftûn etme bu âcileye
Koyma suçlarımı vezne, kileye
Sen verirsin kim ki her ne dileye
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni

Mağfiret kıl geleni hem geçeni
Bize işle sana her ne düşeni
Mahşer içre beni ey Rabb-i Ganî
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni

….

Günlerim geçti bütün oldu yalan
Çün revâ kendimi döğsem taş ilen
Ey beni böyle bu sevdâya salan
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni

Lutfuna nisbetle ey Rabb-i Celîl
Yedi deryâ bile bir katre değil
Bana rahmeyle değilsem de ehil
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni
Maksadım sensin ne mülktür ne de mal
Bu Rızâ‘yı eyle âşık-ı Cemâl
Ey kerem sâhibi ey hüsn-i hısâl
Fahr-i Âlem ile haşreyle beni

Kubbe-i Hadrâ

Hac veya umre münasebetiyle Peygamber şehrine gidenlerin, Mescid-i Nebevî’ye gözlerini dikip hasretle seyrettikleri o yeşil kubbeyi, Kubbe-i Hadrâ‘yı yıllarca doya doya seyreden âşığın ona yine de doyamadığı görülüyor. Altında Allah’ın Sevgilisi’nin istirahat buyurduğu o mübarek yeri dünya gözüyle bir daha görme niyazıyla şâirimizin “Peygamber Efendimiz’in Kubbe-i Hadrâ’sının Medhinde” adını verdiği uzun şiirinden sütunumuzun el verdiği kadarını iktibas edelim:

Ey kubbe, ey lutf-ı kebîr, kurban ola canım sana
Fahr-i Cihân sende midir? kurban ola canım sana

Ey kubbe, ey hadrâ-yı hûb, sende mi Mahbûbü’l-kulûb?
Seninle mi afv-i zünûb, kurban ola canım sana

Ey kubbe, ey nûr-ı ziyâ, sende mi Fahrü’l-enbiyâ?
Bastığı yerler nerde ya! kurban ola canım sana

Ey kubbe, ey sertâcımız, sende midir sultanımız?
O canımız cânânımız, kurban ola canım sana

Ey kubbe, dil cânânesi, âşıkların kâşânesi
Ey nûr-ı rahmet lânesi, kurban ola canım sana

Ey kubbe, ey bedr-i münîr, canlar sana mestânedir
Âşıkların dîvânedir, kurban ola canım sana

Ey kubbe-i Fahrü’l-enâm, ey ravza-i şems-i hümâm
Olsun sana bizden selâm, kurban ola canım sana

Ey hâk-i kabr-i Mustafâ, sende mi her derde şifâ?
Bulduk seninle biz safâ, kurban ola canım sana

Ey Ahmed-i âlî sıfât, bulduk seninle biz necât
Bunda edem terk-i hayât, kurban ola canım sana

Bu yer Medîne menzili, cümle cihânın bir gülü
Salma yanından bülbülü, kurban ola canım sana

Hâk-i gubârındır devâ, cennet desem sana revâ
Sende yatar dost Mustafâ, kurban ola canım sana

Ey Taybe, ey şehr-i Resûl, nerde onun geçtiği yol?
Geldik bizi eyle kabûl, kurban ola canım sana

Gösterin Bana

Dîvân-ı Rızâ baştan sona bir duygu seli, bir aşk sağanağı. Âşığın, Peygamber aleyhisselâm‘ın hasretine artık dayanamadığını, onu bir an önce görmek arzusuyla yandığını dile getirdiği uzun bir şiirinin baş tarafındaki şu kıt’aları, ruhuna Fâtiha ile okuyalım:

Yine aşk bağına geldim öterim
Bülbülüm gül dibine yaş dökerim
Gitti aklım yine ben pür kederim
Gösterin şâh-ı muallâ’yı bana

Akla geldikçe o vech-i haseni
Yine yandım yine dert aldı beni
Kerem et gülden ayırma dikeni
Göster ol vech-i muallâyı bana

Aşka düştüm yine çektim kalemi
Yine aşk bağına diktim alemi
Yine yaktı beni aşkın elemi
Gösterin hayme-i Leylâ’yı bana

Aman ey Hâlik-ı kevn-i ezelî
Görmedim dünyada ben o güzeli
Bu Rızâî‘ye bu hasret bedeli
Göster ol vech-i mücellâyı bana