Kırık Dökük Dualar!

YYaşar Kandemir hocamızın 2005 Kasım ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 237 Sayfa: 028)

Doğru yolu bulmak ve hep orada kalmak; insanın en önemli meselesi budur. Sırât-ı müstakîmdediğimiz İslâm’ın aydınlık yolundan dışarı çıkmamak her Müslümanın canla başla istemesi ve üzerinde titizlikle durması gereken konudur. Cenâb-ı Mevlâ hidâyeti bir şekilde nasip edebilir; ama hep hidâyet üzere kalabilmek için kulun gayreti gerekir. Tıpkı bir mirasa konan kişinin servetini koruyabilmek için çaba sarfetmesi gibi.

Esasen biz de bir tür mirasyediyiz. Gözümüzü dünyaya açınca, kendimizi İslâm servetinin içinde buluverdik. Şeytanın ve nefsimizin bu serveti yağmalamasına izin vermemek bizim en büyük meselemiz olmalıdır.

İki Cihan Güneşi Efendimiz bile (Allah’ın selâmı Onun üzerine olsun), hep Müslüman kalabilme niyazıyla şu duayı dilinden düşürmezdi:

“Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” (Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315).

Cenâb-ı Hakk’ın devamlı surette gözetiminde olduğu halde Fahr-i Âlem Efendimiz sık sık böyle dua ederse, elbette bizim de imanımızı korumak için daha çok gayret sarfetmemiz ve sık sık “Kalbimi dininden ayırma, yâ Rabbî” diye yalvarmamız gerekir.

Peygamber dualarının güzelliği

Fakat biz, Kâinâtın Sahibine nasıl dua etmek, nasıl yalvarmak ve Ondan neler istemek gerektiğini bilmiyoruz. Ellerimizi kaldırıp duaya başladığımızda, çoğu zaman ağzımızdan hiç de duaya benzemeyen, Cenâb-ı Mevlâ’nın huzuruna takdim etmeye lâyık olmayan kırık dökük sözler çıkıyor. “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” atasözünde olduğu gibi, dilimizden dökülen sözler, gönlümüzden geçenleri yansıtmıyor.

Şu bir gerçektir ki, herkes usûlünce dua edemez. Güzel dua edebilmek Cenâb-ı Mevlâ’nın bir lütfudur. Kâinâtın Rabbi bu lütfu herkesten önce elçilerine ihsân ettiği için en güzel duaları onlar yapmışlardır. Peygamber dualarındaki derinlik, bu sözlerin ilâhî bir kaynaktan süzülüp geldiğini hemen göstermektedir. Meselâ Dâvûd aleyhisselâm’ın yaptığı, Peygamber Efendimiz’in de yapılmasını tavsiye ettiği şu duadaki erişilmez derinliği fark etmeye çalışalım:

“Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid.”

Bu duanın anlamı şudur:

“Allahım!

Senden, seni sevmeyi,

seni sevenleri sevmeyi,

ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.

Allahım!

Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73; Tefsîr 39/4).

İşte bu sebeple biz, her şeyi olduğu gibi, dua etmeyi de Peygamberler Sultanı Efendimizden öğrenmek durumundayız. O Gönüller Sultanı, dua ve niyazlarında, bir dua hazinesi olan Kur’ân-ı Kerîm’den çokça faydalanmış, ardından da vahiy nurunun cilaladığı gönlünden kaynayıp gelen yakarışlarını Mevlâ’sına arzetmiştir.

Namaza durunca

Şimdi bütün dikkatimizi toplayıp, Resûl-i Kibriyâ’nın bir namaz esnasında yaptığı dua ve niyazlardaki olağanüstü güzelliği anlamaya gayret edelim.

Hz. Ali’nin haber verdiğine göre, Allah’ın Elçisi farz namaz kılacağı zaman, tekbir aldıktan sonra şu iki âyeti okurdu:

“Doğrusu ben, tek Allah’a inanan bir kimse olarak, gökleri ve yeri yoktan var edene yüzümü çevirdim. Ben Allah’a şirk koşanlardan değilim” (En’âm 6/79).

“Benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım ve ölümüm de yalnızca âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun eşi ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Müslümanların ilki de benim” (En’âm 6/162-163).

Ardından, Âlemlerin Rabbine olan sonsuz bağlılığını ve Ondan neler istediğini şöyle ifade ederdi:

“Allahım!

Biricik hükümdar Sensin.

Senden başka ilâh yoktur.

Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum.

Ben nefsime zulmettim; günahlarımı itiraf ederim.

Bütün günahlarımı affeyle. Çünkü günahları Senden başka kimse affedemez.

Beni en güzel ahlâka ilet. Ahlâkın en güzeline Senden başka kimseler iletemez.

Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Kötü ahlâkı Senden başka kimseler benden uzaklaştıramaz.

Ben hep Sana itaat ederim.

Daima Senin hizmetindeyim.

Bütün hayırlar Senin kudret elindedir.

Kötülük Sana nispet edilemez.

Varlığım Sendendir; dönüşüm yine Sanadır.

Hayır ve ihsanın, bereketin pek çoktur ve Sen yücesin.

Beni bağışlamanı diliyor, Sana tövbe ediyorum.”

Rükûda

Efendimiz aleyhisselâm rükûa varınca, Cenâb-ı Hakk’a nasıl boyun eğdiğini, içinde bulunduğu duruma uygun şekilde şöyle ifade ederdi:

“Allahım ben sadece Sana rükû ettim.

Sadece Sana iman ettim.

Sadece Sana teslim oldum.

Gözüm, kulağım, beynim, kemiklerim ve sinirlerim hep Sana boyun eğdi.”

Rükûdan doğrulunca şunları söylerdi:

“Allahım! Gökler ve yer dolusu, gökle yer arasındakiler dolusu, onların dışında olup da senin dilediğin şeyler dolusu sana hamdolsun.”

Secdede

İnsanların Biricik Efendisi alnını secdeye koyduğunda şöyle derdi:

“Allahım! Sadece sana secde ettim.

Yalnız sana iman ettim; Sana teslim oldum.

Benim yüzüm kendini yaratıp ona şekil veren, kulağını ve gözünü vâreden Rabbine secde etti.

Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”

Tahiyyattan sonra ve selâm vermeden önce de şöyle dua ederdi:

“Allahım! Şimdiye kadar yaptığım,

bundan sonra yapacağım,

gizlediğim ve açığa vurduğum,

ölçüsüz bir şekilde işlediğim,

ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle!

Öne geçiren de Sen, geride bırakan da Sensin.

Senden başka ilâh yoktur.” (Müslim, Müsâfirîn 201; Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 32).

 

Cibrîl kanadının serinliği

Hangi insan, kendini ve bütün âlemi en mükemmel şekilde yaratan o Yüce Kudrete duyduğu sonsuz hayranlığı, nihayetsiz şükrânı böylesine kapsamlı ifadelerle dile getirebilir? Bu dua ve niyazlarda, göklerin engin derinliği, Cibrîl kanadının serinliği hissedilmiyor mu?

Secdeye vardığında, huzûr-ı ilâhîde olduğunu hissederek, iman tazeler gibi bir edâ içinde “Benim yüzüm kendini yaratıp ona şekil veren, kulağını ve gözünü vâreden Rabbine secde etti” diye yere yüz sürmek nasıl bir kulluk şuurudur?

Yüce Rabbim hepimize bu şuuru ihsân eylesin.

Evet, mârifet, hidâyet üzere kalabilmektir. Hidâyet üzere kalabilmek yani Cenâb-ı Hakk’a giden o aydınlık yolda bir ömür boyu yürüyebilmek için, Allah’a olan bağlılığını, Resûlullah’ın öğrettiği dualarla her fırsatta dile getirmek ve Onun bize tavsiye ettiği iyi ve güzel işleri yapmak şarttır.

Hidâyet Güneşi Efendimiz’den öğrendiğimiz bir hidâyet duasıyla sohbetimiz bitirelim:

“Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’t-tükâ ve’l-‘afâfe ve’l-gınâ:

Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim” (Müslim, Zikir 72). ¸oğru yolu bulmak ve hep orada kalmak; insanın en önemli meselesi budur. Sırât-ı müstakîm dediğimiz İslâm’ın aydınlık yolundan dışarı çıkmamak her Müslümanın canla başla istemesi ve üzerinde titizlikle durması gereken konudur. Cenâb-ı Mevlâ hidâyeti bir şekilde nasip edebilir; ama hep hidâyet üzere kalabilmek için kulun gayreti gerekir. Tıpkı bir mirasa konan kişinin servetini koruyabilmek için çaba sarfetmesi gibi.

Esasen biz de bir tür mirasyediyiz. Gözümüzü dünyaya açınca, kendimizi İslâm servetinin içinde buluverdik. Şeytanın ve nefsimizin bu serveti yağmalamasına izin vermemek bizim en büyük meselemiz olmalıdır.

İki Cihan Güneşi Efendimiz bile (Allah’ın selâmı Onun üzerine olsun), hep Müslüman kalabilme niyazıyla şu duayı dilinden düşürmezdi:

“Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” (Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315).

Cenâb-ı Hakk’ın devamlı surette gözetiminde olduğu halde Fahr-i Âlem Efendimiz sık sık böyle dua ederse, elbette bizim de imanımızı korumak için daha çok gayret sarfetmemiz ve sık sık “Kalbimi dininden ayırma, yâ Rabbî” diye yalvarmamız gerekir.

Peygamber dualarının güzelliği

Fakat biz, Kâinâtın Sahibine nasıl dua etmek, nasıl yalvarmak ve Ondan neler istemek gerektiğini bilmiyoruz. Ellerimizi kaldırıp duaya başladığımızda, çoğu zaman ağzımızdan hiç de duaya benzemeyen, Cenâb-ı Mevlâ’nın huzuruna takdim etmeye lâyık olmayan kırık dökük sözler çıkıyor. “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” atasözünde olduğu gibi, dilimizden dökülen sözler, gönlümüzden geçenleri yansıtmıyor.

Şu bir gerçektir ki, herkes usûlünce dua edemez. Güzel dua edebilmek Cenâb-ı Mevlâ’nın bir lütfudur. Kâinâtın Rabbi bu lütfu herkesten önce elçilerine ihsân ettiği için en güzel duaları onlar yapmışlardır. Peygamber dualarındaki derinlik, bu sözlerin ilâhî bir kaynaktan süzülüp geldiğini hemen göstermektedir. Meselâ Dâvûd aleyhisselâm’ın yaptığı, Peygamber Efendimiz’in de yapılmasını tavsiye ettiği şu duadaki erişilmez derinliği fark etmeye çalışalım:

“Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid.”

Bu duanın anlamı şudur:

“Allahım!

Senden, seni sevmeyi,

seni sevenleri sevmeyi,

ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.

Allahım!

Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73; Tefsîr 39/4).

İşte bu sebeple biz, her şeyi olduğu gibi, dua etmeyi de Peygamberler Sultanı Efendimizden öğrenmek durumundayız. O Gönüller Sultanı, dua ve niyazlarında, bir dua hazinesi olan Kur’ân-ı Kerîm’den çokça faydalanmış, ardından da vahiy nurunun cilaladığı gönlünden kaynayıp gelen yakarışlarını Mevlâ’sına arzetmiştir.

Namaza durunca

Şimdi bütün dikkatimizi toplayıp, Resûl-i Kibriyâ’nın bir namaz esnasında yaptığı dua ve niyazlardaki olağanüstü güzelliği anlamaya gayret edelim.

Hz. Ali’nin haber verdiğine göre, Allah’ın Elçisi farz namaz kılacağı zaman, tekbir aldıktan sonra şu iki âyeti okurdu:

“Doğrusu ben, tek Allah’a inanan bir kimse olarak, gökleri ve yeri yoktan var edene yüzümü çevirdim. Ben Allah’a şirk koşanlardan değilim” (En’âm 6/79).

“Benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım ve ölümüm de yalnızca âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun eşi ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Müslümanların ilki de benim” (En’âm 6/162-163).

Ardından, Âlemlerin Rabbine olan sonsuz bağlılığını ve Ondan neler istediğini şöyle ifade ederdi:

“Allahım!

Biricik hükümdar Sensin.

Senden başka ilâh yoktur.

Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum.

Ben nefsime zulmettim; günahlarımı itiraf ederim.

Bütün günahlarımı affeyle. Çünkü günahları Senden başka kimse affedemez.

Beni en güzel ahlâka ilet. Ahlâkın en güzeline Senden başka kimseler iletemez.

Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Kötü ahlâkı Senden başka kimseler benden uzaklaştıramaz.

Ben hep Sana itaat ederim.

Daima Senin hizmetindeyim.

Bütün hayırlar Senin kudret elindedir.

Kötülük Sana nispet edilemez.

Varlığım Sendendir; dönüşüm yine Sanadır.

Hayır ve ihsanın, bereketin pek çoktur ve Sen yücesin.

Beni bağışlamanı diliyor, Sana tövbe ediyorum.”

Rükûda

Efendimiz aleyhisselâm rükûa varınca, Cenâb-ı Hakk’a nasıl boyun eğdiğini, içinde bulunduğu duruma uygun şekilde şöyle ifade ederdi:

“Allahım ben sadece Sana rükû ettim.

Sadece Sana iman ettim.

Sadece Sana teslim oldum.

Gözüm, kulağım, beynim, kemiklerim ve sinirlerim hep Sana boyun eğdi.”

Rükûdan doğrulunca şunları söylerdi:

“Allahım! Gökler ve yer dolusu, gökle yer arasındakiler dolusu, onların dışında olup da senin dilediğin şeyler dolusu sana hamdolsun.”

Secdede

İnsanların Biricik Efendisi alnını secdeye koyduğunda şöyle derdi:

“Allahım! Sadece sana secde ettim.

Yalnız sana iman ettim; Sana teslim oldum.

Benim yüzüm kendini yaratıp ona şekil veren, kulağını ve gözünü vâreden Rabbine secde etti.

Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”

Tahiyyattan sonra ve selâm vermeden önce de şöyle dua ederdi:

“Allahım! Şimdiye kadar yaptığım,

bundan sonra yapacağım,

gizlediğim ve açığa vurduğum,

ölçüsüz bir şekilde işlediğim,

ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle!

Öne geçiren de Sen, geride bırakan da Sensin.

Senden başka ilâh yoktur.” (Müslim, Müsâfirîn 201; Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 32).

 

Cibrîl kanadının serinliği

Hangi insan, kendini ve bütün âlemi en mükemmel şekilde yaratan o Yüce Kudrete duyduğu sonsuz hayranlığı, nihayetsiz şükrânı böylesine kapsamlı ifadelerle dile getirebilir? Bu dua ve niyazlarda, göklerin engin derinliği, Cibrîl kanadının serinliği hissedilmiyor mu?

Secdeye vardığında, huzûr-ı ilâhîde olduğunu hissederek, iman tazeler gibi bir edâ içinde “Benim yüzüm kendini yaratıp ona şekil veren, kulağını ve gözünü vâreden Rabbine secde etti” diye yere yüz sürmek nasıl bir kulluk şuurudur?

Yüce Rabbim hepimize bu şuuru ihsân eylesin.

Evet, mârifet, hidâyet üzere kalabilmektir. Hidâyet üzere kalabilmek yani Cenâb-ı Hakk’a giden o aydınlık yolda bir ömür boyu yürüyebilmek için, Allah’a olan bağlılığını, Resûlullah’ın öğrettiği dualarla her fırsatta dile getirmek ve Onun bize tavsiye ettiği iyi ve güzel işleri yapmak şarttır.

Hidâyet Güneşi Efendimiz’den öğrendiğimiz bir hidâyet duasıyla sohbetimiz bitirelim:

“Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’t-tükâ ve’l-‘afâfe ve’l-gınâ:

Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim” (Müslim, Zikir 72).