Kalem Eğer O’nun Medhini Yazmazsa…

YYaşar Kandemir hocamızın 1990 Mart ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 049, Sayfa: 020)

Peygamber-i Zişan’ ın hasretiyle ve O’nun mübarek ayağının tozuna yüz sürmek arzusuyla yollara düşen, başını taştan taşa vura vura sevgilinin köyüne doğru akıp giden suyun macerasınıFuzulî‘den öğrenmiştik. Kalemin de aynı aşkla yanıp tutuştuğunu, Yozgatlı Muhammed Said Fenni‘den (ö. 1918) öğreniyoruz. Bazı liselerde Edebiyat ve yazı muallimliği, Yozgat’ta ve Ankara’da İdare Meclisi Başkatipliği yapmış olan Fennî, İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri’nden öğrendiğimize göre (s. 390) ayva yaprağına yazılar ve pirinç tanesine İhlas sûresi yazmış olan iyi bir hattat ve hakkak idi. Allah rahmet eylesin.

Yozgat milletvekili sevgili arkadaşım Dr. Ali Şakir Ergin, Altınoluk’taki köşemize Fennî Efendi’yi de misafir edebileceğimizi düşünerek, onun neşre hazırlamakta olduğu divanındaki bazı na’tlerini gönderdi. Kendisine teşekkür ederim Allah razı olsun. Bu na’tlerden biri, 60 beyitlik “Kalem Kasîdesi”dir. Şakinin ifadesiyle: “Tasvîr-i kalem zımmında kasîde-i Nebeviyye” Rasül-i Kibriya’ya duyduğu derin aşkını kalem vasıtasıyla anlatan Fennî, Yunus Emre’nin:

Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayran olur

beytinde ifadesini bulan hassas gönlü gibi coşkulu bir gönle sahip bulunduğu hemen anlaşılıyor. Ayrıca şu da anlaşılıyor ki, şairin kasdettiği kalem, bizim elimizdeki tükenmezler gibi değil, kütüphaneler dolusu ecdat yadigarını, ney gibi derûnî bir iniltiyle bize taşıyan kamış kalemdir.

Kalem kasidesinin ilk yarısı, kalemin özelliklerini ve güzelliklerini tasvir etmektedir. İlk iki beyitte kalemin hamdele ve salvelesi arzedilmekte, ağzı her yontuldukça Allah’a hamd ettiği için büyük bir kabul gördüğü (mazhar-ı rağbet olduğu), Hazreti Peygambere salat ü selamını sunduğu için ilahî rahmete hak kazandığı, bahtiyarlığının ve sevincinin (müstebşir olmasının) buradan kaynaklandığı anlatılmaktadır:

Her ne dem açılsa ağzı, Hakk’a hamd eyler kalem
Mazhar-ı rağbettir anınçün cihandaher kalem

Hamdı terdîfen edip Peygamber’e arz-ı selam
Rahmet-i Hak’la olur mesrûr- u müstebşir kalem

Kalemin bazı özellikleri doğrusu çok güzel tasvir edilmekte, insanı şefkatli bir anne (mader) gibi beslediği, kalın kafalılara (ağbiyaya) boyun eğmediği (inkiyad etmediği), zeki insanların (ezkiya-yı ümmetin) elinde Sudanlı bir köle (çaker) gibi uysallaştıgı belirtilmektedir:

Kadiri bilihtiram et, etme hürmette kusûr
Ademi şefkatli bir mader gibi besler kalem

……….

Ağbiyâ-yı millete serkeştir etmez inkiyad
Ezkiyâ-yı ümmete Sûdanlı bir çâker kalem.

Kalemin çıkardığı cızırtıyı (sarîr-i hameyi) arif kulağıyla dinlemek gerekir. Çünkü o devamlı surette Allah’ın yüce ismi (ism-i celîli) olan “hû”yu söylemektedir. Allah sevgilisinin yurduna (küy-i mahbüb-i Huda’ya) o kadar aşıktır ki, şayet kanadı (bal ü per) olsaydı sevincin-den oraya uçup giderdi:

Arifâne istima eyle sarîr-i hâmeyi
Daima ism-i Celîl-i hû’yu zikr eyler kalem

Kûy-i mahbûb-i Hudâya ol kadar müştakkim
Şavkile pervâzederdi bulsa bâlü per kalem

Eğer gaye (meram) varlığın sırrını keşf etmekse, can ve ten tasasına kapılmamak gerekir. Nitekim böyle bir kaygusu olmayan kalem, şayet başını (serini) vermeseydi, kainatta olup bitenlere (şuûna) vakıf olamazdı:

Can ü ten kaydında olma sırrı bilmekse merâm
Mahrem olmazdı şuûna, vermeseydi ser kalem

Kalem Hz. Peygamber’i samimiyetle (sıdk ile) övmeseydi, değeri ve derecesi böyle yücelmezdi. Kalemin medhettiği zat öyle bir Peygamberdir ki, O’nun hizmetkarı Cebrail aleyhisselam’dır. (Ruhu’l-Emîn’dir). Kalem ezelden beri (ez ezel) onun övücüsü olup, özelliklerini tamamen ezberlemiştir. Mübarek, ünlü adı (namı namî-i hümayunu) Muhammed Mustafa’dır. Kalem onun adını hasretle andıkça ah edip inler. O Peygamber, iki alemin de (her dü alem) padişahı, insanları ve cinlerin imamıdır (mukteda-yı ins ü cindir). Kalem nesiller boyu (kabiren an kahirin) bunu böyle nakledegelmiştir.

İ’tibâr u pâyesî etmezdi lakin i’tila
Olmasaydı sıdk ile vassaf-ı Peygamber kalem

Öyle Peygamber ki, hizmetkarıdır Ruhu’l-Emin
Ez ezel meddâhıdır evsafın ezberler kalem

Namı namî-i hümayunu M uhammed Mustafa
Namım yad eyledikçe ah edip inler kalem

Padişah-ı her dü alem, mukteda- yı ins ü can
Kabiren an kahirin böyle beyan eyler kalem

O büyük Peygamber “Ol!” dese, siyah toprak (hak-i siyeh) top yekün (yek-pare) beyaz inci (dürr-i nab) olur. Rasul-i kibriya kaleme şöyle bir baksa hemen yaprak açıp meyvaya durur (peyda-yı berk ü ber eder). Hele kaleme bir iltifatta bulunsa, sırf (mahz) kimya olur da, dün-yadakilerin üzerine gümüş ve altın saçar (îsar-ı sîm ü zer eder).

“Ol!” dese, hak-î siyeh yek pare dürr-i nâb olur
Bir nazar kılsa, eder peyda-yı beık über kalem

İltifat etse, kalem bir kîmya-yı mahz olur
Ehl-i dünyaya eder îsar-ı sîm ü zer kalem

O sevgili Peygamber’in bereketli bulutundan (ebr-i feyzinden) şayet kalemin üzerine bir damla /katre) düşseydi, sonsuza kadar dünyaya Kevser ırmağını akıtırdı. Resul-i ekrem’in mübarek kokusu kalemin içine girmiş olsaydı, dünyalara (alemîne) hep güzel kokular (nefha-yı anber) yayardı. Nebiy-yi muhterem kaleme, müşfik bir tavırla ve göz ucuyla şöyle bir işaret buyursaydı, artık kalem güneşe (mihre) bile naz eder ve mehtabı kıskandırırdı.

Ebr-i feyzinden eğer bir katre düşse hameye
Ta ebed icra ederdi aleme kevser kalem

Şemme-i ihsanı girseydi dimağ-ı hameye
Alemîne neşrederdi nefha-yı anber kalem

Müşfikane göz ucuyla bir işaret eylese
Mihre nazeyler, olur mehtaba reşk-aver kalem

Fahr-i kainat efendimizin ne mübarek yüzünün (sûretinin), ne de güzel ahlakının (sîretinin) bir benzeri dünyaya gelmemiştir. Eğer (ger) kalem buna dair bir defa yemin etse, yeminini bozmuş (hanis) olmaz. Kalem o sultanlar sultanının (şehinşahın) güzel ahlakından (kemalatından) bahsettikçe, onun peygamberligini inkar edenlerin bağrına hançer gibi saplanır. Yeryüzündeki insanların hepsi de katip olsa, elleri durmadan o sultanın medh i senasını (midhatini) yazsa, yine, de kainat kitabı onun medhini kapsayamaz.

Sûret ü sîrette misli gelmedi, gelmez yine
Haris olmaz, bin yemin etse bu yolda ger kalem

Ol Şehinşahın kemalatından eyledikçe bahs
Münkiranın bağrına hançer gibi işler kalem

Ol şehin sığmaz kitab-ı kainata midhati
Cümle insan katip olsa, tutsa her elle kalem

Kalem o ulu şahın (şah-ı emcedin) medhini üzerine aldıkça (der-uhde ettikçe), yetersizliğini anlar ve utancından (kemal-i şerm ile) terler. Bir kusur işleyeceği korkusuyla (havf-i taksîrat ile) kalemin (namenin) dudağı çatlar. Ne yapacağını bilemediğinden (hayretinden) sarhoş gibi sersem ve şaşkın (mest ü sergerdan) bir vaziyette titrer. Bütün eksikliğine rağmen onu övmeye (sitayişe) devam eder. Çünkü kalem gönlünde (dilde) ona derin bir hasret duyar ve onun özlemiyle yaşar.

Medhini der-uhde ettikçe o şah-ı emcedin
Aczini anlar, kemal-i şerm ile terler kalem

Havf-i taksîrat ile çatlar dudağı hâmenin
Hayretinden mest üsergerdan olur titrer kalem

Her kusurîyle sitayişte yine eyler devam
Çünkü dilde iştiyak u arzu besler kalem

Fennî, kasidenin son kısımlarında diyor ki: Bir kalem onun yüce natini yazmaktan haberdar (habîr) değilse, o bir kuru çöpten ibarettir; ona kalem demezler. Ey Fennî! Vücudumun her bir parçası (ecza-yı cismim), baştan sona kalem gibi kurusa bile, ben o şahlar şahının (şahen-şehin) lütfundan ümid kesmem (kat’-ı ümîd etmem.) Dünyanın her yerinde (ca-be-ca) katipler kalem kullandığı müddetçe, onun yüce Ravza’sına hadsiz, hesapsız selam olsun. Ey Allah’ın Rasûlü! Sana sığınıyorum (dahîlek). Ey Ebu’l-Kasım! Kalem her zaman senden manevî bir zevk ve şevk almak ister, lütfet!

Bir kalem kim olmaya na’tî celîlinden habîr
Bir kuru çöptür, ona ıtlak etmezler kalem

Etmem in’amından ol şahen şehin kat’-ı ümîd
Fenni’ya ecza-yı cismim olsa ser-taser kalem

Ravza-i ulyasına olsun selam-ı bî hesab
Ca-be-ca kullandığı müddetçe katipler kalem

Ya Rasûlallah dahîlek, yâ Ebe’l-Kasım meded
Daimî hem manevî bir zevk ü şevk ister kalem