Kainatın Efendisi (II)

YYaşar Kandemir hocamızın 1995 Eylül ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 115 Sayfa: 024)

Kainatın Efendisi’nin macerası, insanlığın hikayesi kadar eskidir. Bütün kainata rahmet olarak gönderilen o Şefkat Pınarı’nın macerası, şayet kainat ile birlikte başlamasaydı, bu işte bir tuhaflık aramak gerekirdi.

Konumuzu bir ayet-i kerîmenin ışığında ele almadan önce, bu meseleyle yakından ilgili olması itibariyle, kıymetli okuyucularıma, “sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım” (levlake levlak, lema halaktü’l-eflak) rivayeti hakkında kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Hadis alimleri, kudsî hadis diye meşhur olan bu rivayetin asılsız olduğunda ittifak etmişlerdir. Böyle bir hadis yoktur. Bazı kardeşlerimin engin gönlünde Resülullah muhabbetini çiçeklendiren vesilelerden birinin bu rivayet olduğunu, hadis diye duyageldikleri bu rivayetin hadis olmadığını öğrenmenin, onların duygulu gönüllerini burkacağını tahmin ediyorum. Ben bu kardeşlerime, başta hadis olmak üzere birçok ilimde en üstün dereceleri elde etmiş büyük alim Aliyyü’1-Karî(ö. 1014/1605) hazretlerinin, bu hadisi değerlendirirken kullandığı hoş bir ifadeyi hatırlatmak istiyorum. Aliyyü’1-Karî diyor ki: “Bu söz uydurma ama, manası doğrudur”. Zaten meselenin bizim için önem taşıyan tarafı da budur. Kainatın Rabbi’nin, kainatın o gonca gülünü,“alemlere rahmet” diye gönderdiğini bilcümle varlıklara ilan etmesinin anlamı, herkesin ve her şeyin ona şükran borçlu olduğunu duyurmak değil midir? Bunu ayet-i kerîme bildirmiyor mu? O zaman “levlake levlak” sözü hadîs-i kudsî olmasa ne çıkar! Esasen bu ayeti takviye edecek başka hiçbir söze ihtiyaç yoktur. Böyle bir rivayetin bulunmaması, Resülullah’ın şanını hiçbir şekilde eksiltmez.

Peygamberlerin İman Ettiği Peygamber

Seyyidi Kainat Efendimiz’in macerasının çok eskilere dayandığını gösteren ayet-i kerîmelerden biri şudur:

“Allah, peygamberlerden: “Size kitap ve hikmet verdim; sonra sizde olanı doğrulayan bir peygamber gelecek; ona kesinlikle iman edecek ve mutlaka yardımda bulunacaksınız” diye söz aldığı zaman, onlara sormuştu: “Kabul ettiniz ve bu yükü yüklendiniz mi?”. Onlar da “kabul ettik” diye cevap vermişlerdi. Allah da: “Öyleyse şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim” buyurmuştu. [Al-i İmransüresi (3), 81].

Müfessirler bu ayeti şöyle açıklar: Allah Teala gönderdiği her peygambere, Resül-i Ekrem sallellahu aleyhi ve sellem’den söz etmiş ve onun eşsiz vasıflarını açıklamıştır. Sonra da her bir peygamberden, ona eriştiği takdirde kendisine hem iman hem de yardım edeceğine dair söz almıştır. Peygamberler de bu durumu kendi kavimlerine anlatmışlar, onlara, kendilerinden sonra gelecek yeni nesillere bu durumu anlatmalarını vasiyet etmişler, sonra da şöyle demişlerdir: Şayet Muhammed aleyhisselam’a yetişirseniz, ona hem iman hem de yardım edeceksiniz; sakın bunu unutmayın.

Peygamberlerinin bu tavsiyesini hem Peygamber Efendimiz zamanındaki yahudiler ve hıristiyanlar biliyorlardı hem de bugünkü yahudiler ve hıristiyanlar biliyorlar. Şayet bilmeselerdi, Allah Teala onların Peygamber Efendimiz’i “kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıyıp bildiklerini”söyler miydi? Bu gerçek hem Bakara süresinde (2/146) hem de En’am süresinde (6/20) hatırlatılmaktadır. Ama ne yazık ki onlar, hala kendi aralarından çıkacak bir başka kurtarıcıyı bekliyorlar. Bu hal bize, hidayetin bir ilahî lütuf olduğunu bir kere daha göstermektedir. Cenab-ı Hakk’ın lütfü ve keremi yetişmeseydi, biz de kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Bizi hidayete eriştiren Allah’a sayısız şükürler olsun.

Onda Bu Özellikler Yok!

Peygamber aleyhisselam’ın bütün peygamberlerin en üstünü olduğunu gösteren pek çok delil bulunmakla beraber, birileri çıkıp başka peygamberlere daha büyük mucizeler verildiğini söyleyebilir. Adem aleyhisselam’a bütün meleklerin secde ettiğini; ama Hz. Peygamber’e hiçbir meleğin secde etmediğini; Hz. İbrahim’in içine atıldığı muazzam ateşin bir gülbahçesi haline geldiğini, Hz. Musa‘nın asasının yılan olduğunu; onun ve kavminin geçmesi için denizin ikiye yarıldığını; dağların, taşların, çeşit çeşit kuşların Hz. Davud ile birlikte tesbih ettiğini; Hz. Süleyman’a sadece insanların değil, cinler ve hayvanların da itaat ettiğin hatta rüzgarın bile onun emrine verildiğini; Hz. İsa‘nın beşikte konuştuğunu hatırlatabilir. Kur’an’da Peygamber aleyhisselam’a bunlara benzer özellikler verilmediğini ileri sürebilir.

Şüphesiz bütün peygamberler Allah’ın en seçkin kulları ve aziz elçileridir. Bir önceki sohbetimizde delilleriyle belirttiğimiz gibi, biz onların arasında ayırım yapmadan hepsine iman eder, fakat Cenab-ı Hakk’ın onlardan bazısına daha yüksek dereceler verdiğini ve Kainatın Efendisini hepsinden üstün kıldığını kabul ederiz.

Hz. Adem’e meleklerin secde etmesi, diğer peygamberlere verilen mucizelerden farklı bir konu olduğu için öncelikle bu meseleyi inceleyelim. Meleklerin bir insana secde etmesi, gerçekten de önemli bir hadisedir ve kendisine secde edilen zatın büyüklüğünü gösterir. Meleklerine “Adem’e secde ediniz” buyuran Kainatın Rabbi, öte yandan Resül-i Ekrem Efendimiz’in değerine temasla:

“Allah ve melekleri Peygamber’e çok salevat getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona çokça salat ve selam getirin” [Ahzab süresi (33), 56] buyurmaktadır. Üzerinde iyice düşünüldüğü vakit bu ayet-i kerîmenin insanı hayrette bırakacak derin manalar ihtiva ettiği ve Resülullah Efendimiz’in şanını pek yücelttiği görülür. Hem meleklerine hem de mü’min kullarına, benim Peygamber-i Zîşan’ım en yüksek vasıflarla anın ve ona dua edin diye emreden Allah’ı Azîmüşşan, ona bizzat kendisinin de salat ettiğini, yani onu rahmetiyle kuşatıp şanını yüceltiğini söylemektedir. Bu bir insan için öylesine yüce ve öylesine muazzam bir mertebedir ki, meleklerin secdesiyle mukayese edilemez. Kaldı ki meleklerin Adem’e secdesi bir kere vuku bulmuştur; Allah Teala’nın, meleklerin ve mü’minlerin Resülullah’a salat-ü selamı bugüne kadar kesilmeden devam ettiği gibi, kıyamete kadar da şurup gidecektir. Biz “Allahümme salli ala Muhammed”diyerek ona salat, “Esselamü aleyke eyyühe’nnebiyyü” diyerek selam ederiz. Yahut “Essalatü vesselamü aleyke ya resülullah” diyerek hem salat hemde selamımızı arz ederiz. Bu konuda fazla söze ne hacet! Habîbullah Efendimiz’in “Adem ve diğer peygamberler, kıyamet gününde benim sancağım altında toplanacaklardır” hadîs-i şerifi (Tirmizî, Tefsir 18), Efendimiz’in bütün peygamberlere olan üstünlüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koymuyor mu?

Meleklerin Hz. Adem’e hangi sebeple secde ettiklerini hatırlamakta fayda var. Allah Teala meleklerine, insanı yeryüzünde kendisine halife kılacağını söylediği zaman, melekler insanın kan dökücü bir varlık olduğunu öne sürerek buna itiraz eder gibi davranmışlardı. İşte onların bu tavrı üzerine Cenab-ı Hak, kendilerini bir nevi tedip etmek maksadıyla, “Ademe secde edin bakayım!” buyurmuştu. Meleklerle insanların Resülullah’a salat-ü selam getirmek için Allah’dan aldıkları emirde ise öyle bir te’dip, yani haddini bildirme keyfiyeti söz konusu değildir; tam aksine burada, meleklerle insanların Allah katında değer kazanabilmek için Resülullah’a salat u selam getirdikleri görülmektedir. Şüphesiz bu iki durum arasında, mukayese edilemeyecek kadar büyük fark vardır.

Diğer peygamberlere verilen mucizelere gelince; her peygamber kendi zamanlarında geçerli olan cinsten mucizelerle takviye edilmişlerdir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir pek yaygındı. Bu sebeple Hz. Musa’ya yılan olan asa, koyuna sokulup çıkarılınca parlayan el ve yarılan deniz gibi mucizeler verilmiştir. Hz. İsa zamanında tıp ileriydi. Bu sebeple ona da körlerin gözünü açmak, alatenlileri iyileştirmek, ölüleri diriltmek gibi mucizeler verilmişti. Resül-i Ekrem Efendimiz zamanında da belagat, fesahat, yani güzel ve san’atlı söz söyleme, mükemmel şiirler îrad etme mahareti pek yaygındı. Bu sebeple ona da söz san’atının en mükemmel örneği olan Kur’an-ı Kerîm verildi.

Burada önemli olan şudur: Öteki peygamberlerin mucizeleri belli bir zaman diliminde cereyan edip bitti. Onları ancak belli sayıda insanlar görebildi. Kur’an mücizesi ise, on dört asırdan beri ortada durduğu gibi, kıyamete kadar da, “en küçük süresinin bir benzerini getirme” konusunda inanmayanlara meydan okumaya devam ede ede duracaktır.

Bu aklî mucizeyi yeterli görmeyenler olabilir. Biz Arapça bilmiyoruz; sen bize diğer peygamberlerin mucizeleri gibi bir mucizeden söz et, diyenler çıkabilir. Bunun Kur’an’dan delilini istiyorlarsa, onlara Mi’rac mücizesini, Kamer süresi’nin birinci ayetinde belirtilen ayın ikiye ayrılması mücizesini hatırlatabilirim. Mekkeliler Resül-i Ekrem Efendimiz’den bir mucize istedikleri zaman, Allah Teala ayı iki parçaya ayırmıştı. Bu olay iki defa vuku bulduğu halde, onlar Hz. Peygamber’e yine de inanmamışlardı. Şakku’l-kamer dediğimiz bu mucize hakkında bilgi edinmek isteyenler, Hasan Basri Çantay’ın kısa ve öz, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ıngeniş açıklamalarına (Kamer süresinin ilk ayetinin tefsirine) müracaat edebilirler. Kainatın Efendisi’nin diğer birçok mucizesi ise, hadis kitaplarımız ile bu konuya dair eserlerde, özellikleDelailü’n-nübüvve kitaplarında bulunmaktadır.