İmdat Sesleri

YYaşar Kandemir hocamızın 1999 Ocak ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 155 Sayfa: 024)

Hayat sıkıntıdan ibarettir. Mü’minin hayatında mutlaka sıkıntı olacaktır. Zira bizi bu elem yurduna getiren Rabbimiz sabrımızı deneyeceğini, canımızla, malımızla, evlâdımızla bizi imtihan edeceğini haber vermektedir. Peygamber Efendimiz’in seçkin sahâbîsi Abdullah İbni Mes’ûd’un dediği gibi “Rabbine kavuşuncaya kadar mü’mine rahat yoktur.” Sıkıntı onun kapısını sık sık veya arada bir çalacak, o da kederli bir çehreyle de olsa “merhaba hüzün” diyerek ona kapısını açacaktır. Esasen sıkıntıyı da sevinci de aynı tavırla karşılayabilmek, gülerken de ağlarken de taşkınlık göstermemek mârifettir. Zira hoşlanmadığımız bir olayda bizim için iyilik, hoşlandığımız bir şeyde bizim için kötülük bulanabilir ve bizim için iyi olanı da kötü olanı da sadece Allah bilir [Bakara sûresi (2), 216].

Hayatında sıkıntıyla karşılaşmamış iyi bir kul, onunla mutlaka yüzyüze geleceğini bilmeli, bu sevimsiz misafirle ne kadar geç tanışır, ne kadar az görüşürse, Allah’a o kadar çok şükretmesi gerektiğini unutmamalıdır.

Sıkıntı denen bu asık yüzlü gezginle hayatında hiç tanışmayan biri varsa, başını iki avucunun arasına alıp derin derin düşünmeli, ‘Hayrını istediği kişiyi Allah Teâlâ sıkıntıya soktuğunagöre (Buhârî, Merdâ 1), acaba ben hayırsız mıyım, neden Rabbim beni hiç imtihan etmedi’ diye üzülmelidir.

PEYGAMBERLER VE SIKINTI

Kulun hayatında sıkıntı vazgeçilmez bir gerçek olduğuna göre onu tabii karşılamalıdır. Umulmadık zamanda insanı karanlıkta bırakan elektrik kesintilerine alışıldığı gibi, beklenmeyen zamanda ayağa çelme takan ve insanı yüzükoyun yere düşüren sıkıntılara da alışılmalıdır. Nasıl ki, elektrik kesildiği zaman karanlıkta kalmamak için bir gaz lambası, bir ışıldak veya bir mum tedârik edilerek karanlığın verdiği sıkıntıyı bir ölçüde azaltmak mümkün ise, başa gelen bir kederi ve hüznü de azaltmanın yolları vardır. Sıkıntıdan büsbütün kurtulmak ise Allah’ın takdiriyle mümkündür. Unutmamalıdır ki, en büyük sıkıntıları peygamberler çekmişlerdir. Bu durumu dile getiren Resûl-i Ekrem Efendimiz en çetin belâya peygamberlerin uğradığını, sonra da en faziletli kimseden başlamak üzere bu halin derece derece azalarak devam ettiğinihaber vermiştir (Buhârî, Merdâ 3 [bab başlığında], Tirmizî, Zühd 58; İbni Mâce, Fiten 23; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 369). Daha açık söyleyecek olursak, Efendimiz aleyhisselâm, Allah katında üstün mertebeye sahip olanların ağır sıkıntıya uğrayacağını, yeterince dindar olmayanın daha az sıkıntı çekeceğini, kulun sıkıntılara sabretmek suretiyle günahlardan arınıp temizleneceğini bildirmiştir. Sıkıntılara yeterince göğüs gerebilmemiz için bu değişmez gerçeği iyi bilmelidir.

Şimdi de üzüntüyü hafifletmek için nasıl davranmak gerektiğini araştıralım.

Kur’ân-ı Kerîm, sıkıntıyla yüzyüze gelen kulun kendini hemencecik kaybetmemesi, tökezlediği zaman tutunup ayakta kalabilmesi için beş tutamak göstermektedir:

Birinci tutamak. Yüce Mevlâmız ölüm tehlikesiyle, açlıkla, malın, canın ve ürünlerin kaybıyla imtihan ettiği kulunun direnip sabretmesini, başına sıkıntı gelince “innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” (Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz) demesini tavsiye etmektedir. Öte yandan sıkıntıya uğrayan sabırlı kulun doğru yol üzerinde bulunduğunu, onun ebedî nimetlere ve ilâhî lutuflara nâil olacağını bildirmektedir [Bakara sûresi (2), 155-157]. Demek ki başa bir sıkıtı gelince “innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” diyerek Allah’tan güç almalıdır.

İkinci tutamak. Allah Teâlâ ashâb-ı kirâmın Uhud savaşındaki halini pek beğenmektedir. Kendilerini güçlü düşman ordusuyla korkutmak isteyenlerin propagandasına aldırış etmeyip, bu moral bozan kimselere “hasbünallâh ve ni‘me’l-vekîl” (Allah bize kâfidir; O ne mükemmel koruyucudur) diye cevap vermelerini takdirle anmaktadır [Âl-i İmrân sûresi (3), 173-174]. Şu halde insan bir sıkıntıyla karşılaştığında tıpkı ashâb-ı kirâm gibi “hasbünallâh ve ni‘me’l-vekîl”demelidir.

Üçüncü tutamak. Eyyûb aleyhisselâm evi yıkıldığı zaman aile fertlerinin çoğunu yitirmiş, sonra malını, mülkünü kaybetmiş, on yıl süren ağır bir hastalık geçirmiş, bütün bu felâketlere rağmen halinden Allah’a şikâyet etmemiş, ancak O’na arz-ı hâlde bulunarak “Ennî messeniye’d-durru ve ente erhamü’r-râhimîn” (Rabbim! Dert beni buldu; ama en merhametli olan sensin) demişti [Enbiyâ sûresi (21), 83].

Dördüncü tutamak. Yûnus aleyhisselâm iri bir balık tarafından yutulup da zifirî karanlıklar içinde kaldığında Mevlâ’sına yalvarmaya başlamış “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z -zâlimîn” (Senden başka ilâh yok! Seni ulûhiyetine yakışmayan noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben gerçekten büyük bir haksızlık yaptım) demişti [Enbiyâ sûresi (21), 87]. Biz de sayısız kusurumuzu itiraf ederek Mevlâ’mızın merhametini kazanmaya çalışalım.

Beşinci tutamak. Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun ailesinden olduğu halde Hz. Mûsâ’ya iman eden ve doğru bildiği şeyleri Firavun’un yüzüne haykıran yiğit bir mü’minden söz edilir. Onun şu sözleri çâresiz kalanların dilinden bırakmayacağı bir gönül ilacıdır: “Ve üfevvidu emrî ilellah, innellâhe basîrun bi’l-ibâd” (Ben işimi Allah’a havâle ediyorum. Şüphesiz Allah kullarını daima görmektedir) [Gâfir sûresi (40), 44].

Bu beş âyet, bir zamanlar sıkıntılar içinde bunalan bazı büyüklerimizin kulağımıza çarpan imdat sesleri, yalvarış örnekleridir. Yüce Rabbimiz onların bu yakarış tarzlarını beğenmiş, niyazlarını kabul ederek muratlarını vermiştir. Bu güzelim niyâz örneklerini Kur’ân-ı Kerîm’de bize duyurmasının mutlaka bir hikmeti vardır. Zira bize “Ey kendilerine haksızlık etmekte aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” [Zümer suresi (39), 53] buyuran O’dur. “Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir” diyerek [Talak suresi (65), 2] ve zorluğun yanında bir de kolaylık bulunduğunu söyleyerek [Talak suresi (65), 7; İnşirâh suresi (94), 5-6] ümidimizi hep canlı tutmamızı isteyen de O’dur.

ÇIKIŞ YOLU

Şu gerçeği hiç unutmamalıyız: Lutfu ve keremi bol, hazinesi sayısız ihsanlarla dolu Rabbimiz, kulunun el açarak “Bana da ver yâ Rabbî!” demesinden hoşnutluk duyar. Başına gelen sıkıntılara göğüs gerip sabretmesini, üzerindeki kesif ve karanlık bulutları yine O’nun bir gün dağıtacağını ve kendisini aydınlık günlere çıkaracağını bilmesini, rahmetini ümitle beklemesini arzu eder.

Peygamber Efendimiz dert ve sıkıntılardan iyice bunaldığımız günlerde Rabbimize daha çok yönelmemizi, istiğfâr’a yapışmamızı yani Allah’tan bağışlanma dilememizi tavsiye etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir” (Ebu Dâvud, Vitir 26). Demek ki istiğfâr hem maddî hem de mânevî sıkıntılardan kurtulmayı sağlar. Şu âyet-i kerîme de bu mânayı perçinlemektedir: “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın” [Nuh suresi (71), 10-12].

Sohbetimizi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek gönlünde bir keder ve üzüntü hissettiği zaman yaptığı bir dua ve zikir ile bitirelim. Biz de içimizde bir sıkıntı hissedince, gönülleri halden hale koyan o yüce makama bu özlü ve hikmetli dilekçeyi sunalım:

“Lâ ilâhe illallâhü’l-azîmü’l-halîm. Lâ ilâhe illallâhü rabbü’l-‘arşi’l-‘azîm. Lâ ilâhe illallâhü rabbü’s-semâvâti ve rabbü’l-ardı ve rabbü’l-‘arşi’l-kerîm: Azamet ve hilim sahibi olan Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Azametli arşın sahibi olan Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin rabbi, yerin rabbi ve yüce arşın rabbinden başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur” (Buhârî, Da’avât 27, Tevhîd 22, 23; Müslim, Zikr 83).