İki Keşif, İki Hadis

YYaşar Kandemir hocamızın 2002 Kasım ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 201 Sayfa: 028)

Size yine güzel haberler vereceğim. Duygulu gönüllerinizi biraz daha duygulandıracağım.

Peygamber Efendimiz’in, Allah Teâlâ’nın bildirdiği ölçüde gaybı bildiğinden elbette şüphemiz yok, ama onun on beş asır önce verdiği bilgilerin bugün gerçekleştiğini görmek gönlümüze derin bir haz veriyor.

Mekkeliler, Efendimiz’den mûcize isteyerek “Gerçekten peygambersen ayı ikiye böl, yarısı dağın bu yanında, yarısı da öte yanda olsun” dediklerinde, eminim bu istek ashâb-ı kirâm için fazla bir önem ifade etmemişti. Ama ayın ikiye bölündüğünü gözleriyle gördükleri zaman, şüphesiz gözleri yaşarmış, duygulanmış ve Allah’ın elçisine olan imanları daha da artmıştı. Aşağıda arzedeceğim iki keşif haberi de bizim için öyle olmuştur.

Fırat Altınları

Resûl-i Ekrem Efendimiz Fırat nehrinin yatağında altın bulunduğundan söz etmiştir. Bu konuya dair hadisin iki rivayeti şöyledir:

“Pek yakında Fırat nehrinin suyu çekilerek aktığı yatakta bir altın hazinesi meydana çıkacaktır. O günü gören kimse, o hazineden kesinlikle bir şey almasın.” (Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29-32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Melâhim 13; Tirmizî, Sıfatü’l-cenne 26).

“Fırat nehrinin suyu çekilip, aktığı yatakta bulunan bir altın dağı meydana çıkmadıkça ve kurtulup kazanan ben olayım diye birbiriyle çarpışan her yüz kişiden doksan dokuzu ölmedikçe kıyamet kopmaz.” (Buhârî, Fiten 24; Müslim, Fiten 29).

28.9.2002 tarihli Yeni Şafak gazetesinin birinci sayfasında Fırat nehrinin derinliklerinde bol altın rezervlerinin bulunduğuna dair şu haber yayımlandı. Aynen aktarıyorum:

“İngiliz ve Amerikan uydularının uzaydan çektikleri fotoğraflarda Fırat nehrinin (Euphrates River) derinliklerinde bol altın rezervlerinin bulunduğu belirtildi. ABD’nin Irak’a olası saldırısının amacının da, Ortadoğu petrolünü kontrol altına almakla birlikte Fırat nehrinde gizli olan bu altın rezervlerine ulaşmak olduğu kaydedildi.

“Arap Forum adlı internet sitesinin, ismini gizli tuttuğu bir Arap maliye bakanına dayandırarak verdiği haberde, uzaydan çekilen görüntülerde Fırat nehrinde görünen altın rezervlerinin çok net olduğu ifade ediliyor.

“Fırat nehrinin suyunu yakın zamanda belirli ölçüde çekmesi, kuruması veya önüne kurulacak barajlar sonucu su seviyesinin düşmesi durumunda altın rezervlerinin küçük tepecikler halinde herkesin görebileceği şekilde ortaya çıkacağı belirtiliyor.”

“Fırat nehri uygarlıkları

“Haberde Amerika, İngiliz ve İsrail devletlerinin asıl hedefinin Ortadoğu petrolüyle birlikte Fırat nehrinde bulunan altın rezervlerini ele geçirmek olduğu belirtildi.

“Fırat nehri, haberde bahsedilen altın rezervlerinin yanı sıra, tarih sayfalarında yer almış birçok eski medeniyetlerin hazinelerini de derinliklerinde bulunduruyor. Mezopotamya’da ortaya çıkan medeniyetlerin tümünün nehir eksenli uygarlıklar olması dikkat çekiyor. Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlar, Medler, Urartular, Hititler, İbraniler, Helenler, Roma ve Bizans gibi kadim uygarlıklar geçmişte Fırat nehri havzasında uygarlıklarını inşa etmişlerdi. Miladdan sonra Fırat nehri kıyılarına yerleşen Araplar da buralarda Ad, Semud, Cedis ve İmlak gibi, kutsal kitaplara konu olmuş şehirler inşa etmişlerdi. Kimi rivayetlere göre Yemen Kraliçesi Belkıs’ın tahtı da Fırat sularının altında gömülü.”

“Uygarlıkları bağrında barındıran nehir

“Fırat nehrinin kenarlarına konuşlanan kadim medeniyetler, Fırat nehrinin kıyı şeridine, tarihe adını yazdırmış bir çok efsanevi şehirler inşa etmişlerdi. Altından tapınaklar, altın mozaiklerden surlar ve altından nice hazinelerin bugün Fırat nehrinin suları altında gömülü bulunan uygarlıkların bağrında saklı olduğu vurgulanıyor. Fırat nehrinde yapılan araştırmalarda, nehrin altın rezervlerini içinde barındırdığına dair bir çok kalıntıya rastlandığı belirtiliyor. Arkeologlar tarafından Türkiye, Suriye ve Irak’ta Fırat nehri çevresinde kadim medeniyetlerin bulundukları yerlerde yapılan kazılarda da altından aslan ve insan figürleri bulunmuştu. En son geçtiğimiz yıl eski Roma sınır kenti olan Zeugma şehri kalıntıları Fırat nehrinin kara sularına gömülmüştü.”

Fırat altınlarına dair gazete haberi bu.

Biz meseleye Hz. Ebû Bekir gibi bakarız. “Bunu Peygamberimiz söylemişse elbette öyledir” deriz. Hz. Peygamber’in böyle şeyleri bilemeyeceğini söyleyenlerin sözüne de zerre kadar itibar etmeyiz. Zaten olaylar da bizim haklı olduğumuzu gösteriyor.

Sineğin Kanadı

Şimdi de ikinci habere geçmeden önce, onunla ilgili hadisimizi okuyalım:

Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Yiyeceğinize, içeceğinize sinek düştüğü zaman, sineği iyice daldırıp atın; çünkü onun bir kanadında hastalık, diğer kanadında şifa vardır” (Buhârî, Bed’ü’l-halk 17, Tıb 58).

1.10.2002 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin arka sayfasında bu hadisle ilgili şu haber yayımlandı:

Sineklerden Antibiyotik

“Avustralyalı bilim adamları, her koşulda var olabilen sinek ve benzerlerinden antibiyotik yarattıklarını açıkladılar.

“Uzmanlar artık yaşamın ve buna bağlı olarak antibiyotiklerin de değiştiğine işaret ediyor. Antibiyotikler ile mikroplar rol değiştirmişe benziyor. Bu nedenle mikropların baş düşmanı antibiyotikler son zamanlarda etkili olamıyor. Hijyen, aşı gibi halk sağlığının ihmal edilmesi, artan organ nakilleri, bulaşıcı hastalıkların taşıyıcısı haşerelerin önemsenmemesi nedeniyle mikropların egemenliği ürkütüyor.”

Çığır Açacak İlk Adım

“Sydney’deki Macquarie Üniversitesi’nden Prof. Andy Beattie önderliğindeki ekip çok ilginç bir araştırmaya imza attı. Sinekler, böcekler ve her türlü haşerenin çürüyen et ve gübre dahil her pisliğe karşı dayanıklı olduğunu dikkate alan bilim adamları, ‘Bu yaratıkların enfeksiyonlara karşı süper direnci olması gerekli, aksi halde sağ kalamazlardı. Onlardan antibiyotik yapma deneyimlerimiz şimdilik başarılı sonuçlar verdi’ dediler.”

Sinekle ilgili bu hadis en güvenilir Sahîh-i Buhârî başta olmak üzere diğer önemli hadis kitaplarımızda yer aldığı için Müslümanlar ona inanmakta tereddüt etmediler. Ama her şeyi akılla ve müspet ilimle açıklamaya çalışanlar, bu hadis üzerinde çok söz söylediler. “Peygamberimiz böyle saçma bir söz söylemez”, “Sinek gibi ayaklarında mikrop taşıyan bir hayvanda şifa olamaz” diyerek bu hadise ve onu rivayet eden Ebû Hüreyre hazretlerine çok yüklendiler.

Esasen sinekten antibiyotik elde etme çalışmaları geçtiğimiz yüzyılda başlamış, 1930 ve 1947’de İngiliz ve İsveç ilim adamları “cafasin” ve “klotinizin” adlı antibiyotikleri bulmuşlardı. Hâlâ sinekten farklı antibiyotikler elde edilmeye çalışılması, Efendimiz’in bu konudaki uyarısının ciddiyetini ve ilmî bir tabana oturduğunu göstermektedir. 

O Devirde Hangi Teknik Vardı?

Bazı kimselerin zihinlerini asırlardan beri meşgul eden hadislerden ikisinin 2002 yılında daha iyi anlaşılmaya başlandığı görülmekte, bu tür hadislerden şüphe etmenin isabetli olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu yazıda dayanağımız, tesâdüfen vâkıf olduğumuz iki haberdir. Dikkatli bir araştırma kim bilir daha ne güzel sonuçları doğuracaktır.

Şimdi şu iki soruyu sormamız lâzım:

Peygamber Efendimiz, ortaçağın bilgi dağarcığında bulunmayan ilmî konularda acaba nasıl bilgi verdi?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: “Ortaçağın karanlığında (!) ”hangi uydunun uzaydan çektiği fotoğraflarla Fırat nehrinin derinliklerinde bol altın rezervleri bulunduğu tespit edildi? Ve o “karanlık devirde” hangi ülkenin bilim adamları, sinek ve benzerlerinden antibiyotik yaptıklarını açıkladılar?

Elbette bu ve benzeri bilgileri Resûl-i Ekrem’ine Allah Teâlâ haber verdi. Bunun böyle olduğuna biz de bütün kalbimizle iman ettik. Bu imanımızdan dolayı da hiçbir şey kaybetmeyiz. Kaybedecek olanlar, bu gerçeğe inanmayıp, Peygamber aleyhisselâm’ın böyle şeyleri bilemeyeceğini ileri sürüp duranlardır. Rabbim onların da basîretini açsın!