Hayatın Güneşi: SABIR
YYaşar Kandemir hocamızın 2007 Ocak ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 251 Sayfa: 028)
Sabretmeyi öğrenmeliyiz.
– Kimden?
– Sabretmeyi en iyi bilenden.
– Sabretmeyi en iyi bilen kimdir?
– Şüphesiz Allah Teâlâ’dır.
Çünkü, kendisine yapılan kötülüklere
Cenâb-ı Hak’tan daha fazla sabreden yoktur.
Peygamber Efendimiz böyle buyuruyor.
Ve sözüne şöyle devam ediyor:
İnsanlar O’na şirk koşar;
(Allah’a değil de, başkasına tanrı diye tapar;
kimi ‘Îsâ Allah’ın oğlu,
kimi ‘melekler Allah’ın kızı’ diye ona iftira eder);
Ama yine de Cenâb-ı Hak
onlara sağlık, âfiyet ve rızık verir” (Müslim, Münâfikîn 49).
Kendisine yapılan bu zulümlere sabrettiği içindir ki, Kâinatın Rabbi’nin bir adı da Sabûr’dur; çok sabredendir.
Kendisine iftira eden zâlimleri,
“Siz bana hakaret ediyorsunuz” diye
hemen cezalandırmaz.
Çünkü O’nun bir adı da Halîm’dir.
Yani acele ile, kızgınlıkla hareket etmeyendir.
İşte Sabûr ve Halîm olan Yüce Rabbimiz,
Kur’ân-ı Kerîm’de,
tam doksandan fazla yerde sabırdan söz eder.
Bizim de sabırlı olmamızı ister.
Sabredene cennet var
Yüce Rabbimiz bize sabrı şöyle tavsiye eder:
“Müminler! Sabırlı olun;
sabırda düşmanlarınızı geride bırakın” (Âl-i İmrân 3/200).
“Sabredin!
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfâl 8/46).
“Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır” (Nisâ 4/25).
“Sabret,
sana zorluklara dayanma gücünü veren sadece Allah’tır” (Nahl 16/127).
“Sabret;
çünkü sonunda üstün gelecek olanlar, müttakîlerdir” (Hûd 11/49).
“Sabredenlere ödülleri,
hesapsız şekilde verilecektir” (Zümer 39/10).
Ve yine Yüce Rabbimizin haber verdiğine göre,
Cennete giren bahtiyarlara melekler şöyle diyecektir:
“Sabrettiğiniz için selâm olsun size.
Dünya hayatının ne güzel sonucudur bu!” (Ra‘d 13/24).
Bize sabır tavsiye edildi
Peygamber Efendimiz sabretmeyi Sabûr olan Rabbinden öğrendi.
Yaşadığı sürece binlerce sıkıntıya göğüs gerdi.
Bize, hayatın, sıkıntılardan ibaret olduğunu söyledi.
Sıkıntılara tahammül etmenin,
sıkıntısız bir hayat sürmekten daha iyi olduğunu öğretti.
Gözleri görmeyen bir sahâbî birgün Efendimizin huzuruna geldi ve:
“Allah’a dua et de beni iyileştirsin” dedi.
Efendimiz ona:
“İstiyorsan dua edeyim;
ama derdine sabretmen,
senin için daha hayırlıdır” buyurdu.
Fakat adam sabretmek yerine iyileşmeyi tercih etti.
Allah’ın Sevgili Elçisi de ona
iyileşmek için okuyacağı duayı öğretti (Tirmizî, De’avât 119).
Her devirde, bir an önce iyileşmek
veya derdine sabretmek konusunda insanların tutumu birbirinden farklı olmuştur.
Nitekim bir başka gün
iri yarı ve siyah tenli bir hanım
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna geldi ve:
“Beni sar’a tutuyor” diye söze başladı.
“O zaman da üstüm başım açılıyor.
Ne olur iyileşmem için Allah’a dua ediniz” dedi.
Sevgili Efendimiz de ona:
“Eğer sabredeyim dersen,
sana cennet var.
Yok illa da iyileşmek istiyorsan,
sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu.
Bunun üzerine o hanım:
“Ben hastalığıma sabredeceğim.
Ancak sar’a tuttuğu zaman üstüm başım açılıyor;
açılmaması için dua buyurunuz” dedi.
Peygamber Efendimiz de
elbisesinin açılmaması için ona dua etti
(Buhârî, Merdâ 6; Müslim, Birr 54).
En hayırlı nimet
Cenâb-ı Hakk’ın bize lütfettiği nimetlerin,
hangisi daha üstündür?
Zenginlik mi?
Güzellik mi?
Güç, kuvvet mi?…
Hiçbiri değil.
Peygamber Efendimiz bunu şöyle ifade etmiştir:
“Hiç kimseye
sabırdan daha hayırlı
ve daha büyük bir nimet verilmemiştir”
(Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124).
Sevgili Efendimizin belirttiğine göre,
başa gelen dert ve sıkıntılar birer nimettir.
Çünkü “Allah Teâlâ,
Sevdiği kimselerin başına sıkıntı verir”
(Tirmizî, Zühd 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 427-29).
Yine Efendimizin buyurduğuna göre,
en ağır sıkıntılar peygamberlerin başına gelir.
Bir kimse çok dindarsa,
derdi de çok olur.
Az dindarsa, derdi de az olur.
Allah Teâlâ kulunu günahlardan iyice arıtıncaya kadar,
onun başından sıkıntıyı eksik etmez
(Müslim, Fiten 23; Tirmizî, Zühd 57)
Zaten Cenâb-ı Hak,
sabreden kullarını ortaya çıkarıncaya kadar,
onları sıkıntılarla denemeye devam edeceğini söylüyor
(Muhammed 47/31).
Halbuki biz, câhilce bir düşünceyle:
“Allah’ım, benim ne günahım var da
başımdan derdi eksiltmiyorsun?”
diye söylenip dururuz.
Dert ve sıkıntıların günahkârların başına geleceğini zannederiz.
Sabır hakkında bilmemiz gereken önemli bir şey daha var.
Onu Peygamber Efendimiz,
“Sabır ziyâdır” (Müslim, Tahâret 1)
diye ifade buyuruyor.
Yani sabır,
tıpkı güneş gibi ışık kaynağıdır;
ışığını kendisi üretir
ve sabreden insanın yolunu aydınlatır.
Onun hayatını güzelleştirir.
Her işin başı sabır
Sabrın ne olduğunu bilmiyoruz.
Onun, başa gelen sıkıntılara katlanmaktan ibaret olduğunu sanıyoruz.
Halbuki sabır, acılara, felâketlere tahammül etmekten ibaret değildir.
Sabır, bütün hayatı kucaklayan bir şeydir.
Meselâ savaşın zorluklarına katlanarak
düşmanı yenip zafer kazanmak,
ancak sabırla mümkündür.
Ama biz bu yiğitliğe sabır demeyiz; ona
kahramanlık deriz,
şecaat deriz.
Öte yandan nefsimiz zevkü safa içinde yaşamak ister.
Fakat biz bu isteklere karşı direnir, sabrederiz.
Ama biz bu direnişe sabır değil,
zühd adını veririz.
Nefsimiz yasak zevkleri de çok sever.
Fakat din bu zevkleri yasakladığı için ona da direniriz.
Ama bu direnişe de sabır değil iffet deriz.
Bir de öfke vardır;
baldan tatlı olan öfke.
Öfkeye hâkim olmak zor iştir.
Biz öfkesini frenleyen yiğitlerin bu sabrına hilim deriz.
Sabır dediğimiz faziletler bunlardan da ibaret değildir:
Biri bize sırrını emanet eder.
Zaman olur o sırrı saklamak içimizi yakar.
Onu biriyle paylaşmak isteriz.
Ama bize düşen,
kalbini sır kabristanı yaparak o emaneti korumaktır.
Demekki sır saklamak da bir sabır işidir.
Tok gözlü olmak, aza kanaat etmek de gücünü sabırdan alır.
Nefsin daha çok yiyip içme isteğine karşı koymak da bir sabır işidir.
Görüldüğü gibi,
Müslümanca yaşayabilmek için,
Nefsin sayısız isteğini frenlemek,
onlara direnip sabretmek gerekir.
Sabretmeden mükemmele erişmek mümkün değildir.
Ne mutlu sabır sayesinde hedefine ulaşan
yiğitlere…
zâhidlere…
namus ve iffetiyle yaşayanlara…
hilim sahiplerine…
sır saklamasını bilenlere…
aza kanaat edenlere…
Selâm olsun onlara…