Haklıdan Yana

YYaşar Kandemir hocamızın 1994 Aralık ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 106 Sayfa: 024)

İnsan alış verişte belli olur, diye bir söz vardır. Bu sözle, menfaat söz konusu olunca, insanın asıl tabiatını gizleyemediğini, asıl mayasının o zaman ortaya çıktığını anlatmak isterler. Bilindiği üzere Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz peygamberlikten önce ticaretle meşgul olmuş, almış, satmış, birileriyle ortaklık yapmış, kiraya vermiş, kiralamış, netice itibariyle bütün bu konularda başarılı bir imtihan vermiş, insanlarla olan ticari muamelesinde herkesin takdirini kazanmış, bu sebeple de “güvenilir insan” anlamında el-Emîn lakabıyla anılmıştır. Peygamber olduktan yıllar sonra karşılaştığı Saib adlı ortağına:

Beni tanımadın mı? diye sorduğunda, eski ortağı:

Seni nasıl tanımam! Ortağım değil miydin? Hem sen ne iyi ortaktın. Aldatmazdın ve insanla çekişmezdin, demiştir.

Demek ki bir tüccarın ticaret hayatında ve hele ortağında en fazla aradığı özellik, birbirini aldatmamak, alırken veya satarken çekişmemek ve münakaşa etmemektir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz peygamberlikten sonra, artık ticaret yapmasa da her zaman ticarî hayatın içinde olmuştur. Alış veriş yaparken insanların ibret ve örnek alacağı pek çok mükemmel davranışlar ortaya koymuştur.

Hak Sahibi Konuşur

Hz. Aişe radıyallahu anha’nın anlattığına göre Peygamber-i Zişan Efendimiz bir gün bir bedeviden hurma karşılığında kesimlik bir deve satın aldı. Deveyi alırken, evde onun parasını ödeyecek kadar hurma bulunduğunu sanıyordu. Bedevî ile beraber gelip de evde hurma olmadığım anlayınca, dışarı çıkıp ona durumu anlatmaya çalıştı:

Evde hurma olduğunu zannederek senden deve almıştım. Meğer evde hurma yokmuş, dedi. Buna canı sıkılan bedevi:

Şu uğradığım haksızlığa bak! diye söylendi. Bedevinin bu saygısız tavrı, Rasûl-i Kibriya’nın incinmesine gönülleri razı olmayan ashab-ı kiramı pek öfkelendirdi:

Allah canını alsın, be adam! Rasûlullah hiç haksızlık eder mi? diye çıkıştılar.

Peygamberler Sultanı ashabını şöyle teskin etti:

Bırakın söylesin; zira hak sahibinin konuşma yetkisi vardır.

Bu olayda Rasûlullah Efendimiz’i asıl üzen şey, bedevinin bir haksızlığa uğradığını düşünmüş olmasıydı. Onun gönlünü almak için kendisine tekrar özür beyan etti. Fakat bedevi hiç oralı değildi. Kesinlikle haksızlığa uğradığı kanaatindeydi. Gönüller Sultanı, bedevinin gönlünü almaya bir daha teşebbüs edip de adamın buna yanaşmadığını görünce, ensar-ı kiramdan Havle binti Hakîm’den ödünç hurma alarak borcunu fazlasıyla ödedi. Allah’ın Rasulü bedeviyi sevindirdiğini görünce ashabına dönerek:

Borçlarını en iyi şekilde ödeyenlerin kıyamet gününde Allah’ın seçkin kulları olacaklarını söyledi (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 269).

Rasûlullah Efendimiz şahsına karşı yapılan haksızlıkları kolaylıkla bağışlardı. Haklı ve alacaklı olan kimselere son derece mülayim davranır, onların haşin tavırlarını anlayışla karşılardı. Bu olayda görüldüğü üzere muhatabının haklılık payı varsa ona haklı olduğunu özellikle belirtir, gönlünü almaya çalışır ve kendisine asla gücenmezdi. Ashabının kendi tarafını tutmalarını, alacağını isteyen kimseye karşı sert ve kinci davranmalarını doğru bulmazdı.

Beklenen Peygamber

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in hayatındaki bu kabil alış veriş olaylarından biri pek hoştur. Bilindiği üzere Allah’ın Sevgili Rasûlü eline geçen malı mülkü ihtiyaç sahiplerine hemen dağıtmayı pek severdi. Birazını da bir kenara koyayım, belki lazım olur, diye düşünmezdi. Kendisinden bir şey isteyeni reddetmediği, elinde yoksa birinden borç alıp verdiği için de borçtan bir türlü kurtulmazdı.

Arz edeceğim olayın kahramanı yahudi alimlerinden Zeyd ibni Sa’ne‘dir. O günlerde henüz Müslüman olmayan Zeyd, beklenen Peygamberin özelliklerine dair Tevrat’da yazılı bilgilerin Hz. Peygamber’de bulunup bulunmadığını araştırıyordu. Bu özelliklerin çoğunu onda görmekle beraber, ikisini henüz tespit edememişti. Acaba kendisine karşı kaba saba davrananları bağışlıyor muydu? Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça onun hilmi ve hoşgörüsü de o nispette artıyor muydu?

Yine bir gün Zeyd ibni Sa’ne Hz. Peygamber’in tavırlarını kontrol etmeye karar verdi. Rasûlullah’ı yanında Hz. Ali olduğu halde evinden çıkarken görünce peşine takıldı. O sırada bedevi giyimli bir adam Peygamber-i Zişan’a yaklaşarak:

Ya Rasûlullah! Ben falan kabile halkına, şayet Müslüman olurlarsa, kendilerine Allah Teala’nın bol rızık vereceğini söylemiştim. Onlar da Müslüman oldular. Ne yazık ki kabilelerinde kıtlık baş gösterdi. Adamlar çok zor durumda kaldı. Dünyalık ümidiyle Müslüman olan bu adamların, umduklarını bulamayınca tekrar eski dinlerine dönmelerinden korkuyorum. Şayet onlara yardım etmek için bir şeyler göndermek istersen ben götürebilirim, dedi.

Bu konuşmayı dinleyen Zeyd İbni Sa’ne, Hz. Peygamber’i denemek için uygun bir fırsatın çıktığını düşünerek söze girdi:

Muhammed! Şayet o adamlara yardım etmeyi düşünüyorsan, yapacağımız bir mukavele ile sana borç verebilirim, dedi.

Hz. Peygamber de ondan seksen dinar borç alarak gereken yardımı götürmesi için o adama verirken:

Onların yanına çabucak git ve imdatlarına yetiş, buyurdu.

Bir gün Fahr-i Kainat Efendimiz yanındaki Hz. Ebu Bekir, Ömer ve bazı sahabelerle Bakî Mezarlığı’na bir cenaze götürüyorlardı. Peygamber aleyhisselam cenaze namazını kıldırınca Zeydona yaklaştı ve mübarek sırtındaki cübbesini var gücüyle çekti. Onun neden böyle yaptığını henüz anlayamayan Allah’ın Resulü bir yere düşen cübbeye, bir Zeyd’in asık suratına hayretle bakarken Zeyd tasarladığı şekilde konuşmaya başladı:

Borcunu ödemeyecek misin, Muhammed? Siz Abdülmüttalip oğulları zaten borçlarınızı, hep geciktirirsiniz, dedi. Halbuki Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem’in Zeyd’den aldığı borcun vadesi daha dolmamıştı.

Olayı anlatan Zeyd diyor ki, bu sırada dönüp Ömer’e baktım. Göğsünün körük gibi kabarıp indiğini görünce yüreğim ağzıma geldi. Ömer yüzüme sertçe bakarak:

Ey Allah’ın düşmanı! Sen bu sözleri Rasûlullah’a söylüyorsun öyle mi? Ona hem saygısız davranıyor hem de edepsizce konuşuyorsun ha! Onu peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, şayet Rasûlullah sana borçlu olmasaydı, kelleni uçururdum, diye bağırdı.

Kendi yanında bir yahudinin Allah’ın Resulü’ne hakaret etmesine dayanamayan Hz. Ömer öfkeden köpürürken Efendimiz ona gülümseyerek baktı ve:

Sakin ol, Ömer! Şu anda hem ben, hem de bu zat senden daha farklı bir davranış beklemekteyiz. Sen bana borcumu güzel bir şekilde ödememi, ona da alacağını daha uygun bir dille istemesini tavsiye etmeliydin. Gerçi borcun vadesinin dolmasına daha üç gün var ama, haydi sen kalk, ona borcumuzu öde. Kendisini korkuttuğun için de bir ölçek fazla ver, buyurdu.

Zeyd alacağını fazlasıyla tahsil ettikten sonra Hz. Ömer’le sohbete başladı:

Beni tanıyor musun Ömer?

Hayır, tanımıyorum, kimsin?

Zeyd İbni Sa’ne‘yim.

Şu yahudi alimi olan mı?

Evet, o.

Peki Rasûlullah’a karşı niye öyle davrandın? O acayip sözleri niçin söyledin?

Bak Ömer! Rasûlullah’ın yüzüne her baktığımda, peygamberlik alametlerinin tamamını onda görüyordum. Fakat onda bulunması gereken iki özelliğe sahip olup olmadığını bugüne kadar anlayamamıştım. Acaba kendisine karşı kaba davrananları bağışlıyor muydu. Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça, hoşgörüsü de o nispette artıyor muydu? İşte bugün ben onu denedim ve kendisinin beklenen peygamber olduğunu anladım. Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed aleyhisselamı da peygamber olarak kabul ettiğime, malımın yarısını da ümmet-i Muhammed’e sadaka olarak bağışladığıma şahit ol.

Zeyd’in müslüman olmasına sevinen Hz. Ömer onu uyardı:

Malını bütün Müslümanlara yetiştiremezsin. Bari bazılarına bağışladığını söyle, dedi. Zeyd onu doğruladı:

Haklısın, malımın yarısını bazı Müslümanlara bağışlıyorum.

Sonra beraberce kalkıp Rasûlullah’ın huzuruna gittiler. İçeri girer girmez Zeyd kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Daha sonraki günlerde birçok savaşta Allah’ın Resulü’yle birlikte düşmanlara karşı kılıç salladı.

Kimilerinin bu olayda görüldüğü gibi Rasul-i Ekrem Efendimiz’i öfkelendirmek için özel çaba harcaması, kimilerinin de, bazı bedevilerde görüldüğü üzere tabiatındaki katılık ve kabalık sebebiyle onu incitmesi, şefkat çağlayanı Efendimiz’in tavrını hiçbir şekilde değiştirmemiştir.

Burada başımızı ellerimizin arasına alarak ve kendimizi Rasûlullah Efendimiz’in yerine koyarak, böyle olaylar karşısında ben ne yapardım, diye düşünelim. Bizim haklı, karşımızdakinin haksız olduğu durumlarda, acaba muhatabımızı, hoş görüp anlayışla karşılar mıydık? Yahut bizim haksız, karşımızdakinin haklı olduğu durumlarda, muhatabımıza kusurlu olduğumuzu belirterek bizi bağışlamasını diler miydik? Yoksa, haksız olduğumuzu bile bile kendimizi savunmak için kırk dereden su getirmeye çalışarak karşımızdakini susturmaya mı gayret ederdik?

Vereceğimiz cevap ne olursa olsun ümitsizliğe düşmeyelim. Rasul-i Ekrem Efendimiz’in yegane örneğimiz, biricik modelimiz olduğunu unutmayalım. Onun izinde yürümeye gayret edelim.

Mevla yardımcımız olsun. Amin.