Hadislerin Ezberlenerek Korunması

YYaşar Kandemir hocamızın 1993 Haziran ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 088 Sayfa: 024)

Hadis-i şerifler için iyi şeyler düşünmeyen bazı kimselerden bahsetmiş, bu Peygamber mirasının Asr-ı saadette yazılmadığı, konusundaki iddialarına kısaca cevap vermeye çalışmıştık. Bu sohbeti-mizde ise meselenin daha önemli bir cephesini, Hz. Peygamber zamanında hadislerin yazıldıktan başka, ezberlenerek muhafaza edildiğini ele alacağız.

Öncelikle bilinmesi gereken bir husus var. Eski zamanlar hakkında konuşurken, o devirlerin şartları, o devirlerde yaşayanların hayat görüşleri, adet ve gelenekleri, kültürlerini koruma tarzları göz önünde bulundurulmalıdır. Bunları dikkate almadan konuşmak, o günün şartlarıyla bugünün şartları arasında fark görmemek insanı büyük hatalara düşürebilir.

Hadis aleyhtarları, İslam’ın bu ikinci ana kaynağının Hz. Peygamber zamanında yazılmadığının ispat edince, hadislerin pabucunu dama atacaklarını, onlara olan güveni tamamen sarsacaklarını sanıyorlar. Halbuki Peygamber Efendimiz zamanında hadisler hiç yazılmamış olsaydı bile, bu durum, şimdi arzedeceğim üzere, hadis ve sünnet adına bir kayıp sayılmazdı.

Tarihte edebiyata meraklı öyle milletler vardır ki, kendi zamanlarında yazı sanatı gelişmediği için, edebî kültürlerini ezberleyerek korumuşlardır. Bu sebeple de hafızaları akıllara durgunluk verecek derecede gelişmiştir. İslam güneşinin doğduğu sırada Araplar genellikle ümmî idiler [Cum’a süresi, (62), 2]. Yani okuma yazma bilmezlerdi. Onlara gönderilen peygamber de ümmî idi. Resul-i Ekrem Efendimiz bu durumu “biz okuma yazma, hesap kitap bilmeyen ümmî bir milletiz” diye belirtir (Buharî, Savm 13). Durumları böyle olan milletler kültürlerini, şifahî rivayet dediğimiz ağızdan ağıza aktarma yoluyla korumaya ve onları dededen toruna iletmeye mecbur olmuşlardır. İslam öncesi Araplar, her kabilenin tarihi ve kültürel bilgi arşivi demek olan şiirlerini ve nesep (soy) bilgilerini böyle korumuşlardır. Her kabile, nesep bilgilerini mükemmel surette ezberleyen ensap alimleri yetiştirmişlerdir.

Tarihin ve kültürün ezberlenerek korunması gerçeği, Arapları, hafızalarını güçlendirmeye, zihinlerinin kapasitesini artırmaya zorlamıştır. Çölde yaşayan bir Arap köylüsü, yani bedevi, Arap dilini bir şehirliden daha iyi bildikten başka, hafızasında binlerce beyit saklayabiliyordu. Bazı sahabilerin hafızasında binlerce beyit vardı. Mesela en çok hadis rivayet eden yedi sahabîden biri olan İbni Abbas, haftanın bir günü bazı talebelerine sadece şiir okuturdu; zira bu büyük muhaddis ve müfessir, o devirde Arap şiirini en iyi bilenlerden biriydi.

İşte Araplar İslam Dini ile şereflendikleri zaman, hafızaları böylesine güçlü, zihinleri son derece duru, tıpkı kurulu bir teyp gibi duyduklarını kaydedecek halde idiler. Peygamber aleyhisselam’ın, hadis-i şerifleri duyup öğrenen ve onları aynen duyduğu gibi başkalarına öğreten kimseler hakkında övgüsü, “Allah onların yüzlerini ak etsin!” şeklindeki duası (Tirmizi, İlim 7) bu üstün hafızalı kimselere manevi bir heyecan kazandırmış, onları peygamberlerinin mirasını bir ibadet vecdiyle ezberlemeye, sık sık yaptıkları müzakerelerle ezberlerini güçlendirmeye yöneltmiştir.

Hafızanın Kudreti

Denebilir ki, insan yazılı bir metni ezberleyebilir;ama konuşulan söz nasıl ezberlenebilir?

Hz. Aişe annemiz diyor ki, Resülullah sizin yaptığınız gibi sözü birbirine eklemezdi. Eğer bir kimse onun ağzından çıkan kelimeleri saymak istese, rahatlıkla sayabilirdi.Çocukluk ve gençlik döneminin on yılı Hz. Peygamberin yanında geçen Enes b. Malik de,duyanların iyice anlaması için Resül-i Ekrem’in, sözlerini üçer defa tekrarladığınıanlatırdı. Hafızaları, duyduğunu ezberleyecek şekilde eğitilmiş kimselerin, böylesine açık ve seçik konuşmayı ezberlemekte zorlanmayacağı şüphesizdir. Burada büyük muhaddis Şa’bî’nin (ö. 103/721) şu sözü ibretle hatırlanmalıdır:

“Hayatımda hiç yazı yazmadım. Bana biri hadis rivayet ettiği zaman, keşke sözünü bir daha tekrarlasa diye hiç arzu duymadım.” (İbni Abdülberr, Cami’u beyani’l-ilm, Kahire 1388/1968, l, 81) Konuyu dağıtmamak için sözü uzatmak istemiyorum. Yalnız hatıra gelebilecek bir soruyu cevaplamak üzere şu kadarını söyleyeyim. Muhaddisler hocalarından hergün birkaç hadis öğrenirlerdi. Bazı hocalar üç hadisten fazla rivayet etmezlerdi. Onlar da duyduklarını kendi aralarında defalarca müzakere ederek iyice öğrenirlerdi.

Aşkın ve sevginin muazzam bir gücü vardır. Bu eşsiz gücün insana yaptırmayacağı şey yoktur. Ashab-ı kiramın Peygamber aşkı hiç kimsenin sevgisiyle mukayese edilemeyecek kadar muazzamdı. Onlar Resülullah Efendimizin Cenab-ı Hak ile her an irtibatı olduğunu, nazil olan her ayet-i kerimeyi daha sıcağı soğumadan kendilerine ilettiğini gözleriyle görüyorlardı.Resülullah’ın mübarek ağzından çıkan her sözü öğrenmeyi, anlamayı ve onu birbirlerine aktarmayı ibadet sayıyorlardı. Nitekim Hz. Ömer, yakın komşusuyla Resülullah’ın yanına nöbetleşe geliyor, o gün duyup öğrendikleri ayetleri ve hadisleri, akşam birbirlerine aktarıyorlardı. Kısaca belirtmek ge-rekirse, daha önceleri Arap şiirini, kahramanlıklarıyla övünmek veya başkalarını kötüleyip gözden düşürmek maksadıyla ezberleyen Araplar, bu defa hadis-i şerifleri, Allah’ın rızasını ve Resülullah’ın şefaatini kazanmak, İslamiyeti gereği gibi anlamak, anladıklarını yaşamak ve bildiklerini başkalarına öğretmek için hafızalarına nakşediyorlardı.

Onların hafıza gücüne şaşmamak gerekir. Bize kudretinin binlerce örneğini gösteren Allah Teala, hadislerin ezberlenerek muhafaza edildiğini kabul etmek istemeyenlere ibret olmak üzere günümüzde de üstün hafızalı kullar yaratmıştır. Bendeniz bunlardan bazılarını biliyorum. Fakültemizde halen master yapmakta olan bir genç, (Cenab-ı Hakk’ın hıfz u emanında olsun) buluğ çağından önce, bazan günde dokuz-on sayfa ezberleyerek Kur’an-ı Kerim’in tamamım 71 (yetmiş bir) günde ezberlemiştir. Büyük muhaddis İbni Şihab ez-Zührî de seksen günde hafız olmuştu (Zehebi, Tezkiretü’l-Huffaz, l, 110). Sekiz ayda hafız olan da var, hıfzım üç yılda tamamlayan da. Her birimizin etrafında, güçlü hafızasına hayran kaldığımız kimseler vardır. İstanbul’daki fakültelerden birinde öğretim üyesi olan böyle bir arkadaşım var. Gençlik yıllarında, beraberce vaizlik imtihanına girdikleri bir şahsa sorulan bir sayfalık Arapça metni, onu dinlerken nasıl ezberlediğini, bir taraftan da kendine sorulan metni nasıl hallettiğini onun ağzından dinlerken Cenab-ı Hakk’ın kudretini böyle de gösterdiğini düşünür, hayran kalırız.Ashab-ı kiramın ve kutlu tabiin ve tebe-i tabiin nesillerinin yüzlerce veya binlerce hadisi ezberlediğine inanmayanlar, öyle sanıyorum ki, kendi hafızalarına bakarak hüküm veriyorlar, bu sebeple de çok yanılıyorlar. Halbuki Cenab-ı Mevla bizim beynimizi milyarlarca kelimeyi öğrenebilecek kabiliyette yaratmıştır. Önemli olan bu imkanı kullanıp geliştirmektir. “İçine birşeyler boşaltılan her kabın kapasitesi gittikçe daralır. Yalnız kalb böyle değildir. O doldurdukça genişler” diyen büyüklerimiz, bu gerçeğe işaret etmişlerdir.

Geleneğin Yaptırım Gücü

Adet ve geleneklerin insanı derin hayrete düşüren yaptırım gücünü inkar etmek, eliyle gözünü kapatarak güneşin yok olduğunu iddia etmek kadar abestir. Şimdi arzedeceğim misal, bu inanılması zor olaylardan biridir. Pakistanlı çağdaş alimlerimizden İhsan İlahî Zahir, 1984’de Lahor’da 23. defa basılmış olan eş-Şi’a ve’s-Sünni adlı eserinde (s. 123), Pakistan’ın Pencap eyaletinin Gücrat ve Cehlem şehirlerinde dört yüz binden fazla insanın yaşadığım, bu iki şehrin köyünde ve kentindeki kadın erkek bütün müslümanların Kur’an hafızı olduğunu söylemektedir. Bizim, hadislerin ezberlenerek korunduğunu isbata çalıştığımız gibi, Kur’an inkarcılarına karşı, Kur’an-ı Kerim’in tek harfi bile değişmeden geldiğini savunan yazarın, yukarıdaki olayı anlattıktan sonra söylediği şu söz bizi de ilgilendirmektedir: “Zikrettiğimiz durum, bugün yaşanan bir haldi. Hayırlı bir zaman dilimi olduğu Peygamber lisanıyla belirtilen o devirde böyle şeyler nasıl olmaz!”

Pakistan’da bugün bile yaşayan bu adet, geleneklerin insanı şaşırtan o müthiş gücünü göstermektedir. Hadislerin ezberlenerek muhafaza edilmesi de, yüzyıllarca devam etmiş olan işte böyle bir geleneğin ürünüdür. Gerçekler inkar etmekle değiştirilemez.

Sohbetimizi bitirirken şunu bir daha belirtelim. Asr-ı saadette zihinler son derece saf ve duruydu. İnsanı gereksiz yere oyalayan meşgaleler yoktu. Arap kültürü asırlar boyu ezber yoluyla korunduğu için, beyinlerin ezberleme gücü son derece geliştirilmişti. Böyle bir toplumda yetişen müstesna kabiliyetler, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun Resülü’nün şefaatine nail olmak gibi dînî bir heyecanla hadisleri ezberlemeye çalışırlarsa, devlet reisinden tütün da sade vatandaşa varıncaya kadar etraflarından devamlı takdir ve teşvik görürlerse, binlerce hadisi ezberlemek niçin imkansız olsun?