Güzeller Güzeli

YYaşar Kandemir hocamızın 1996 Mayıs ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 123 Sayfa: 024)

Resûlullah Efendimiz insanların en güzeli idi. Cenab-ı Hak onu şeklen ve ruhen övmüş ve yaratmıştı. Gül yüzünü seyreden bir kimse, hayatında böyle bir güzeli görmediğini; kara gözlerine bakan biri, böyle harika bir göz hatırlamadığını; eline temas eden bir sahabi, öyle mütenasip öyle sıcak bir ele dokunmadığı; ayağına gözü ilişen kimse, dünyada böyle endamlı bir ayak daha olamayacağını düşünürdü. Teri güller gibi kokar, tebessümü cana can katardı.

Ashab-ı kiram’ın Resûl-i Muhterem Efendimiz’i vasfeden güzel sözleri vardır. Fakat Resulullah’ın şairi (Şair-i Resûlullah) diye tanınan Medineli Hassan İbni Sabit’ın söylediği bir kıt’a, doğrusu pek nefistir. Burada Hassan’ı ve onun pek değerli hizmetini hatırlamak için şu kadarını söyleyelim. Çoğu sonradan İslam ile şereflenecek olan İslam düşmanı bazı şairler İslamiyet’i ve Resûlullah’ı gözden düşürmek için hicviyeler söylüyorlardı. O devirde Araplar arasında edebî zevk son derece gelişmiş olduğu için çölde yaşayan bedeviler bile şiirden anlıyor ve tanınmış şairlerin şiirlerini dinlemekten haz alıyorlardı. Bu sebeple hicviye dediğiniz alaycı şiir, yerilen kimseye kılıç gibi tesir ediyordu. Hassan’ın şiirlerini beğenip takdir eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, onu İslam aleyhtarı şairlere cevap vermeye teşvik etti. “Sana Allah yardım edecektir. Söyle!” buyurdu. İşte o günden sonra Hassan İbni Sâbit, müslümanların yüzlerini güldüren, yüreklerini soğutan ve Peygamber-i Zîşan’ı pek memnun eden şiirler söyledi. Hatta ona şiirlerini okumak üzere Mescid-i Nebevî’de bir köşe bile tahsis edildi. Resulullah’ın eşsiz güzelliğini yakından müşahede etme şerefine de sahip olan bu değerli şairin o Güzeller Güzeli’ni vasfetmek üzere söylediği meşhur kıt’a asırlar boyu dillerden düşmedi. Hassan o kıt’ada Peygamber aleyhisselam için şöyle demişti:

Ve ahsene minke lem tera kattu aynun
Ve ecmele minke lem telidi’n-nisau
Hulikte müberreen min külli aybin
Fe-keennema hulikte kema teşaü

Bu kıt’anın merhum şairimiz Mehmed Akif’e nisbet edilen bir tercümesini hatırlıyorum. Hafızam beni yanıltmıyorsa, bunu merhum hocam Mahir İz Bey’den duymuştum:

Görmedi senden güzel bir cism-i alî gözlerim
Etmedi senden güzel tevlîd evlad bir ana
Ayb ü noksandan müberrasın Resûlullah sen
Sanki arzu ettiğin hilkatte halketmiş Hüda

Hassan İbni Sabit’in o güzel kıt’asını eski İstanbul müftülerinden merhumAbdurrahman Şeref Güzel yazıcı daha sade bir söyleyişle şöyle tercüme etmişti:

Senden hoş görmemiş gözüm hiç
Senden dilber mi doğmuş önce?
Yok ayb ü kusurun ey Muhammed!
Güya yaratıldın isteğince

Sevgili dostum Prof. Dr. Mahmut Kaya da Hassan’ın şiirini Türkçe olarak önce şöyle söyledi:

Senden güzelini görmedi gözler
Böyle şirin doğurmadı bir anne
Bütün kusurlardan arıtılmışsın
Âdeta gönlünce yaratılmışsın

Daha sonra Mahmut Bey bu kıt’ayı şiir tekniğine daha uygun olarak yeniden söyledi; fakat eskisi de yenisi kadar güzel olduğu için sevgili okuyucularıma her iki halini de arzetmek istedim:

Akla sen gelirsin güzel denince
Senden daha şirin doğmadı bence
Bütün kusurlardan arıtılmışsın
Sanki yaratıldın kendi gönlünce

Kuşaklarınızdan Tutuyorum

Gönül evinin en güzel yerini Allah’ın Resûlü’ne ayırmak, onu bu en mutena köşede sevgilerin en güzeliyle ağırlamak şüphesiz bir mü’minin temel görevidir. Çünkü Kainatın Sahibi “Peygamber, mü’minler için canlarından ileridir” (Ahzab sûresi <33>, 6) buyurmak suretiyle onu canımızdan da üstün tutmamızı ve bütün gönlümüzle sevmemizi istemektedir. Peygamber Efendimiz’in bize canımızdan, öz nefsimizden de ileri olması gerektiğini gösteren en canlı misal şudur: Canımız ve nefsimiz, basit arzu ve menfaatleri uğruna bizi harcamaktan, hatta gözü iyice karardığı zaman ahiretimizi bile mahvetmekten çekinmez. İki günlük dünyanın gelip geçici basit zevklerine olan düşkünlüğümüzü fırsat bilerek, “Yap canım, al şekerim, çal güzelim, ne olacak! Bir defadan ne çıkar!” diye bizi günaha doğru iter. Halbuki Resûlullah Efendimiz bizim iki cihanda bahtiyar olmamızı istediği için böyle bir şeyi kesinlikle tavsiye etmez. Allah’ın huzuruna kara yüzle çıkmamıza gönlü razı olmaz. Bu sebeple de nefsimizin hoşlandığı şeylerden bizi şiddetle sakındırır. O meşhur hadisi burada bir kere daha hatırlayalım. Efendimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor:

“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum. Siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezail 19).

Resûl-i Muhterem Efendimiz’in burada sözünü ettiği ateş, cehennem ateşidir. Cehennemin yakıcı ateşinden korunmak ve kurtulmak için Resûlullah’ın tavsiyelerine sarılmalı ve Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın dediği gibi, yeryüzünde bir emsali daha bulunmayan Habîbullah Efendimiz’i derecesiz bir muhabbetle sevmeli, onun yolunca gitmeli ve ahlakını kendimize örnek almalıyız:

Bir yaratmış zatını alemde Hallâk’ın senin
Örnek olmaz mı cihana yüksek ahlakın senin
Sözle tasvirin ne mümkün, anlamaktan acizim
Sade bir söz söylerim: Allah müştâkın senin

Yahya Kemal’in Na’tı

Şimdi rahmet-i rahmana kavuşmuş olan bir hocamız vardı. Sahası olmamakla beraber bir gün Mehmed Akif Ersoy’la Yahya Kemal Beyatlı’dansöz etmiş ve “Yahya Kemal’in şiirlerini sıksan bir damla iman damlamaz”, demişti. Hocamızın heyecanlı konuşmasının tesirinde kalmış ve ona inanmıştım. Aradan zaman geçtikten ve Yahya Kemal’in Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı kitabını ve hele oradaki Ezan-ı Muhammedî gibi dinî bir heyecanla yazılmış şiirleri okuduktan sonra hocamızın tesbitinin doğru olmadığını anlamış ve sevinmiştim. Arkadaşım Mahmut Kaya Bey’in anlattığı bir olay beni daha çok sevindirdi.

Bir gün Mahmut Bey merhum hocam Mahir İz‘e Yahya Kemal’in Söz Meydanı adlı şiirinden bahisle bunun sıradan bir insan için söylenemeyeceğini, bunun ancak na’t olabileceğini ifade etmiş. Merhum Mahir Bey o heyecan dolu üslubuyla “bunu nereden biliyorsun?” diye hayretle sorduktan sonra bu şiir üzerinde şairiyle yaptıkları sohbeti anlatmış ve Yahya Kemal’in “Küfür yobazlarından çekindiğim için şiirime na’t diyemedim” dediğini nakletmiş.

Ne yazık ki kimi şair etrafındakilerden çekindiği için kimi de aşırı tevazuu sebebiyle şiirine na’t diyememiş, işte bu sebeple Resûlullah Efendimiz için yazılmış nice na’tlerin mahiyeti anlaşılamamıştır. Fuzûlî’nin de böyle na’t olduğu ilk bakışta anlaşılamayan şiirleri bulunmaktadır. Bazı şarkıları veya türküleri dinlerken, onların güftelerinin beşerî aşkı terennüm etmediği, o sözlerde Allah veya Resûlullah sevdasının dillendiğini sezilebilir.

Yahya Kemal sözünü ettiğimiz na’tinde diyor ki:

Zaman yaratıldığından ve gülün güzelliği dillerde destan olduğundan beri, zaman, Resûl-i Ekrem gibi bir gülü görmemiştir. O fidan boylu mükemmel endamıyla serpilip gelişeli gözüm artık ne selviye ne de güle bakıyor. Şair, bu kısa girişten sonra asıl konuya geçerek şunları söylüyor: Cenab-ı Hakk’ın güzelliği, en güzel surette yaratılan insanda ortaya çıktığı günden bu yana ilahî güzelliğin temsilcisi sadece Hz. Peygamber’dir. Eğer söylemeye izin verilmiş olsaydı, onun şerîki yoktur, derdim. Fakat şurası bir gerçek ki, bu alemde güzelliğin yaratıldığı andan bugüne kadar onun bir benzeri daha gelmemiştir. Ey Kemal! Şairler söz yarışmasına gireli, o güzeli şiirle anlatıp tasvir etmek son derece müşkil olmuştur:

Zaman o gül gibi gül görmemiş zaman olalı
Gülün güzelliği dillerde dastan olalı

Ne serve bakmadadır şimdi gözlerim ne güle
O şîvekar bu kaamette nev-civan olalı

Yegane hüsn-i ilahî odur Cemalullah
Cihana ahsen-i takvimden ıyan olalı

Mesağ olaydı eğer la-şerîke-leh derdim
Nazîri gelmedi alemde hüsn ü an olalı

O şuhu nazm ile tasvir müşkil oldu Kemal
Sühan rekaabeti meydan-ı imtihan olalı

Cenab-ı Mevla’dan bizi gerçek sevgiye ulaştırmasını ve gönlümüzü sevgilerin en güzeliyle canlandırmasını niyaz ederim.