Gecenin Koynundaki Nur
YYaşar Kandemir hocamızın 2002 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 192 Sayfa: 024)
Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir gece telâşla uyandı. “Allah, Allah! Bu gece ne fitneler indirildi! Rahmet hazinelerinden neler neler açıldı!” buyurdu; O sırada Ümmü Seleme annemizin evindeydi. Diğer hanımlarının da uyanmasını, bu hazinelerden onların da nasiplenmesini istedi. Bir gerçeği daha haber verdi: “Dünyada giyinik nice kadınlar, âhirette çırıl çıplaktır!” (Buhârî, İlim 40, Fiten 6) buyurdu. Âhirette çıplak kalmak elbette en büyük felâketti.
Meselenin önemini ikinci bir olayla pekiştirelim: Peygamber-i Zîşân bir başka gece kızı Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evine gitti; onları derin uykularından uyandırıp “Namaz kılmayacak mısınız?” diye sordu (Buhârî, Teheccüd 5). Sanki gecenin koynundaki inciler yere saçılmış toplanmayı bekliyordu; onların ise bundan haberi yoktu ve fırsat kaçmak üzereydi. Eğer durum gerçekten de böyle olmasaydı, hiç Resûl-i Ekrem, gözü gibi sevdiği kızını ve damadını sıcacık yataklarından kaldırmak ister miydi?
Şu üçüncü olaya da kulak verelim: Efendimiz’in genç kayın biraderi Abdullah İbni Ömer, bekârlık günlerinden birinde Mescid-i Nebevî’de yatıp uyumuş, rüyasında iki melek onu alıp cehenneme götürmüş, orada olup bitenleri göstermişlerdi. Abdullah, gördüğü bu garip rüyayı ablası Hz. Hafsa’ya, o da Resûl-i Ekrem’e anlattı. Nebiy-yi Muhterem Efendimiz rüyayı dinledikten sonra şöyle buyurdu: “Abdullah ne iyi adam! Ah, bir de gece namazı kılsa!” Artık o günden sonra İbni Ömer geceleri pek az uyudu, bol bol gece namazı kıldı (Buhârî, Teheccüd 2; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 140).
Ashâb-ı kirâm gece nimetini bir devlet bilir, bu devleti yitirmek istemezdi. Bize koklayalım diye Resûlullah’ın tomurcuk güllerini demet demet getirmiş olan Ebû Hüreyre hazretleri, bu gülleri önce kendisi koklardı. Geceyi, hanımı ve hizmetkârıyla üçe taksim etmişlerdi. Sırayla gecelerini ihyâ edip sonra bir diğerini uyandırırlardı (Buhârî, Etime 40).
Sevgili Efendimiz ibadet ederken dinç olmayı, bunun için de “sabah vakti, akşam vakti ve gece karanlığı”ndan faydalanmayı öğütlemiştir (Buhârî, Îmân 29).
Şeytanı Kurşunsuz Bırakmak
Geceleyin uyanıp kalkamıyorsak bunun önemli bir sebebi vardır. Bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle anlatmıştır: “Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere Gecen uzun olsun, yat uyu!’ diye vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı anarsa düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Eğer Allah’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir şekilde sabahlar” (Buhârî, Teheccüd 12; Müslim, Müsâfirîn 207).
Bizim can düşmanımız olduğunu Cenâb-ı Hakk’ın haber verdiği şeytan [Bakara (2), 168], bizi telkiniyle uyutmakta, rahmet hazinelerini devşirmemize engel olmaktadır. Şeytanın tuzağından kurtulmanın yolu ise, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in öğrettiği şekilde Allah’ı anmak, dua ve zikretmek, abdest alıp namaz kılmak, Kur’an okumaktır.
Yiğit müslümanlar, eşkıyayı dize getiren tahsildar gibi şeytanı da dize getirebilirler. Hani vaktiyle tahsildarın biri Anadolu’yu dolaşmış, topladığı altınları heybeye doldurmuş, atının sırtında giderken eşkıya yolunu kesip adamı soymuş. Zor durumda kalan tahsildar yalvarmaya başlamış: “Ağalar” demiş, “Altınlarımı geri verin demiyorum, ama onları sizin aldığınızı âmirlerime anlatamam, bana inanmazlar. Bari elbiselerime birkaç kurşun sıkın da soyulduğuma inansınlar” demiş. Adamın bu teklifi eşkıyaya pek eğlenceli gelmiş, istediğini fazlasıyla yapmışlar. Tahsildar yalvarıyormuş: “Ne olur, birkaç kurşun da yeleğime sıkın, üç beş kurşun da pantolonuma” diyormuş. Sonun da eşkıya “Artık tamam, kurşun bitti” deyince, tahsildar tabancasını çekip alınlarına dayamış: “Sizin kurşununuz bittiyse, daha bende var” demiş.
Her gece şeytan elimizi, kolumuzu bağlamakta, bizi telkin silahıyla tesirsiz hale getirmektedir. Onu kurşunsuz kalmış eşkıya gibi sipsivri ortada bırakmanın yolu, Efendimiz’in buyurduğu gibi Allah’ı anmak, dua ve zikretmek, abdest alıp namaz kılmak, Kur’an okumaktır.
Horoz Ötümünde
Peygamber Efendimiz, teheccüd namazını önceleri gecenin muhtelif saatlerinde kılmış, fakat sonra en bereketli zamanını tesbit etmiş, artık hep horozlar öterken uyanmış ve gece namazını gecenin son üçte birinde, gündüzün müjdecisi seher vaktinde kılmıştır (Buhârî, Vitir 2, Teheccüd 7; Müslim, Müsâfirîn 136). Gecenin son üçte biri Rahmet Peygamberi Efendimiz’in haber verdiğine göre, Cenâb-ı Mevlâ’nın “Bana dua eden yok mu kabul edeyim; benden isteyen yok mu vereyim; benden bağışlanma dileyen yok mu onu bağışlayayım” diye yeryüzüne iltifat buyurduğu (Buhârî, Teheccüd 14;Müslim, Müsâfirîn 168-170) pek değerli bir zaman dilimidir.
Şimdi de Peygamberimiz Efendimiz’in gece uyanınca neler yaptığına bakalım. Gece uyanınca oturduğu yerden Âl-i İmrân sûresinin son on âyetini okurdu. Yıllar önce “Geceyi Seyrederken” adlı bir sohbetimizde, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu vakitte neler okuduğunu ele almıştık (Canım Arzular Seni, s. 211-216). Ardından dişlerini misvâkler, abdestini alır, teheccüd namazını ikişer ikişer kılardı (Buhârî, Salât 84, Vitir 1). Meselâ gece namazını dört rek’at kılacaksa, ikinci iki rek’at bitince selâm vermeyip ayağa kalkar, ona bir rek’at daka ekleyerek vitir namazını da kılmış olurdu. Çünkü o vitir namazını yatsı namazından sonra değil, gece namazının sonunda edâ eder ve böyle yapılmasını tavsiye buyururdu (Buhârî, Vitir 4; Müslim, Tahâret 46, Müsâfirîn 139). Son rek’at hep vitir olmak üzere gece namazını kimi zaman yedi, kimi zaman dokuz, on bir veya on üç rek’at kılardı. Çok rahatsızlandığı iki, üç gece dışında gece namazlarını hiç aksatmadı (Buhârî, Tefsîr 93/1). Çünkü bu namaz ona farzdı [İsrâ sûresi (17), 79]. Şayet rahatsızlık gibi sebeplerle gece namazı kılamamışsa, onun yerine gündüz on iki rek’at namaz kılardı (Müslim, Müsâfirîn 140, 141).
Hz. Peygamber’in gece namazlarının sayısına bakanlar onu azımsayabilirler. Ama onun bir secdeyi elli âyet okunabilecek kadar uzattığını (Buhârî, Vitr 1), kırâati daha uzun tuttuğunu duyunca yanıldıklarını görürler.
Resûl-i Ekrem önceleri gece namazlarını hep ayakta kılardı; yaşlanınca, bazılarına göre ise hayatının sadece son yılında oturarak kılmaya başladı. Şayet namaz kılmaya oturarak başlamışsa, Fâtiha’dan sonra epeyce bir âyet okur, sûrenin bitmesine otuz, kırk âyet kala ayağa kalkar, onları da okuduktan sonra yine ayakta rükûa varırdı. Zamm-ı sûreyi ayakta okumuşsa ayakta rükû eder, oturduğu yerden okumuşsa oturarak rükû ederdi (Buhârî, Taksîru’s-salât 20, Müslim, Müsâfirîn 105-120).
* * *
Kısaca belirtmek gerekirse karanlık geceler aydınlık geleceklere gebedir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in haber verdiğine göre istisnâsız her gece, duaların kabul edildiği bereketli bir zamanı sinesinde barındırmaktadır. Bir müslüman o zamanı yakalayıp da dünya ve âhiretle ilgili hayır duada bulunduğunda, Allah onun duasını kabul eder (Müslim, Müsâfirîn 166, 167).
Geceleri sizin önünüzde de rahmet hazinelerinin açılmasını Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâz eder, dualarınızla bu âcizi de gözetmenizi istirham ederim, efendim.