Efendimizin Bir Rüyası

YYaşar Kandemir hocamızın 1997 Haziran ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 136 Sayfa: 020)

Nebiy-yi Muhterem Efendimiz’in hayatında rüyaların önemli bir yeri vardır. Hz. Aişe’nin belirttiğine göre Peygamber-i Zîşân Efendimiz’in gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi açık ve berrak bir şekilde gerçekleşirdi. Özellikle ilâhî vahye alışma ve ısınma dönemi olan peygamberliğin ilk altı ayında, bir kısım vahiyleri, rü’yâ-yı sâdıka şeklinde alırdı. Gerçek düş demek olan sâdık rüyalar vahyin mertebelerinden biridir. Ashâb-ı kirâm, Nebiy-yi Kerîm Efendimiz’in rüyada da vahiy aldığını bildikleri için, yolculukta ve başka zamanlarda, kendiliğinden uyanıncaya kadar onu uyandırmazlardı.

Kâinâtın Efendisi rüyaya büyük önem verirdi. Bilhassa sabah namazlarından sonra sahâbîlerine “İçinizde rüya gören var mı?” diye sorar, “gördüm” diyenlerin düşünü yorumlardı. İyi bir insan tarafından görülen güzel rüyanın, peygamberliğin kırk altı kısmından biri olduğunu belirtir (Buhârî, Ta’bîr 2, 26), bu ümmete peygamberlikten sonra sâlih rüyaların kaldığını söylerdi (Buhârî, Ta’bîr 5). Bu sözleriyle o, gönül gözü açık samimi mü’minlerin, rüyalar vasıtasıyla ilâhî müjdeleri, doğru haberleri ve uyarıları her zaman alabileceklerine işaret ederdi.

Şimdi size düşlerin en doğrusunu gören Efendimiz aleyhisselâm’ın Sahîh-i Buhârî’de rivayet edilen (Ta’bîr 48) bir rüyasını nakledeceğim. Bizim için dersler ve ibretlerle dolu bu rüyayı Peygamber-i Zîşân Efendimiz ashâbına anlatmış, Semüre İbni Cündeb radıyallahu anh de onu bize rivayet etmiştir.

O sabah Resûl-i Kibriyâ şöyle buyurdu:

“Bu gece düşümde bana iki kişi gelerek ‘Haydi yürü, gidiyoruz’ dediler. Ben de onlarla beraber gittim.

*Yere uzanmış bir adamın yanına vardık. Elinde bir kaya parçası bulunan bir başka adam onun başı ucunda ayakta duruyor, elindeki kayayı, yere uzanmış olan adamın tepesine indiriyor, başını yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, adam taşın arkasından koşup alıyor, o geri gelinceye kadar ötekinin başı iyileşiyor, eski haline geliyordu. Adam da daha önce yaptığını aynen tekrarlayıp duruyordu. Ben yanımdakilere:

-Sübhânellah! Bu nedir? dedim.

-Yürü, yürü hele dediler. Yürüdük.”

Sevgili kardeşlerim! Peygamber aleyhisselâm gerek bu adamın gerekse daha sonra gördüğü şahısların kimler ve suçlarının neler olduğunu her defasında sorduğu halde, yanındaki melekler ona hemen cevap vermemişler, gezi bittikten sonra gördüğü olaylar hakkında sırasıyla bilgi vermişlerdir. Bendeniz hem sizi fazla merakta bırakmamak hem de hangi cezanın hangi suçun karşılığı olduğunu hemen öğrenip bellemek için, bu bilgileri sahneler değiştikçe arz edeceğim.

Bu ilk olayda kafası taşla yarılan adam, meleklerin haber verdiğine göre Kur’an’ı öğrendiği halde okumayan ve farz namaz vaktini uyku ile geçiren kimseydi.

Efendimiz sözüne şöyle devam etti:

* “Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Baş ucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski haline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:

– Sübhânellah! Bunlar ne ? dedim.

-Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük.”

Meleklerin bildirdiğine göre avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, sürekli yalan söyleyen ve etrafa yalan haber yalan bir kişiydi .

* “Daha sonra Fırın gibi bir yapıya vardık. Oradan gelen, fakat ne olduğu anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı.

Ben: -Bunlara ne oluyor? dedim.

-Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük.”

Meleklerin söylediğine göre fırın içinde işkenceye tâbi tutulan o çıplak erkek ve kadınların suçu zina etmekti. İşledikleri günaha uygun bir ceza ile öncelikle vücutlarının alt tarafı yakılıyordu.

* “Nihayet kandan bir nehire vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam vardı. Nehirde yüzen kişi, yüzeceği kadar yüzdükten sonra kıyıya geliyor ve ağzını açıyordu. Kıyıdaki adam da onun ağzına bir taş koyuyor, yüzen kişi dönüp yüzmesine devam ediyor, sonra dönüp yine kenara geliyor, ağzını açıyor, öteki de ağzına bir taş daha atıyor, o da dönüp gidiyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:

– Bu adamların hali nedir böyle? dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük.”

Nehirde yüzerek devamlı taş yutan bu adam, faiz yiyen bir kişiydi.

* “Çirkin mi çirkin bir adamın yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:

– Bu adam neci? dedim.

-Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük.”

Daha sonra meleklerin bildirdiğine göre yanındaki ateşi sürekli yakıp, etrafında dolaşıp duran o çirkin görünüşlü kişi, cehennemin görevlisi Mâlik’ti.

* “İçinde baharın tüm çiçek çeşitlerinin bulunduğu geniş yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:

– Bu adam ve bu çocuklar kim, (ne yapıyorlar)? dedim.

– Yürü, yürü hele! dediler. Yürüdük.”

Melekler, daha sonra, bahçedeki o uzun boylu adamın İbrahim aleyhisselâm olduğunu, etrafındaki çocukların da İslâm fıtratı üzere ölen küçük yavrular olduğunu belirttiler. Anlaşılan, müşriklerin çocukları da onların arasındaydı.

* “Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler. “Gir oraya!” dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, biz de girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:

– Gidip şu nehre girin! dediler. Bir de ne göreyim, nehrin suyu süt gibi, bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler, sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişlerdi.”

Melekler, vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin o adamların, yaptıkları güzel işleri kötü işlere karıştıran kimseler olduklarını, ancak Allah Teâlâ’nın onları bağışladığını söylediler.

* “Beni götüren o iki kişi bana o güzel yeri göstererek:

-Burası adn cennetidir, şurası da senin konağındır, dediler. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim: beyaz buluta benzeyen bir köşk. İşte burası senindir, dediler. Ben onlara:

– Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, beni bırakın da oraya gireyim, dedim.

– Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin, dediler.”

***

Resûlullah Efendimiz’e rüyasında bu enteresan geziyi yaptıran meleklerden birinin Cebrâil aleyhisselâm, diğerinin de Mikâil aleyhisselâm olduğu hadisin diğer rivayetinde görülmektedir. Zikredilen suçları işleyen kimselere verilen bu cezanın kabir azâbı olduğu, o şahısların kıyamete kadar bu işkenceyi göreceği anlaşılmaktadır. Ne yazık ki mesele kabir azâbıyla bitmemektedir. Zira kabir azâbına tâbi tutulanlar âhirette yeniden hesaba çekilecekler ve orada suçlarına uygun cezalar göreceklerdir.

Bu hadisten alacağımız ders şudur: Yüce Rabbimiz bizim iyi birer müslüman olmamızı istemektedir. Hayatımızı, kendi istediği, Peygamberi aracılığı ile öğrettiği şekilde devam ettirmemizi arzu buyurmaktadır. Resûl-i Ekrem’ine rüyasında hem adn cennetini hem de tüyler ürperten azâb şekillerini göstermek suretiyle, kullarının cennetlere lâyık olduğunu, onların orada yaşamalarını istediğini belirtmekte, bu ikazlara kulak vermeyenlerin ise en kötü cezalara çarptırılacağını hatırlatmaktadır.

Yüce Mevlâ hepimize, kendi rızâsına uygun bir İslâmî hayat nasip eylesin (Amin).