Ebediyyen Sevecek Can Onu
YYaşar Kandemir hocamızın 1995 Kasım ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 117 Sayfa: 024)
Sebepli sebepsiz sıkıntılarla zaman zaman bunalan, yahut bendini yıkmak isteyen hırçın sular gibi kabarıp coşan bir gönlümüz var. Gönlümüzü böylesine uçarı, ele avuca sığmaz, ucu bucağı bulunmaz bir enginlikte yaratan Cenab-ı Hakk’ın, namaz başta olmak üzere muhtelif ibadetleri, kendisine kulluğumuzu arz etme fırsatı yanında, yeniden kendimizi toparlamamız ve böylece gönlümüze çeki düzen vermemiz için emrettiği anlaşılıyor. Kendisinin habibi, gönüllerin tabibi Efendimiz aleyhisselam’ı çok, pek çok sevmemizi isterken de yine bu deli gönlü uslandırmayı hedef aldığı seziliyor. Resûlullah Efendimiz’in sık sık:
“Ya mukallibe’l-kulüb! Sebbit kalbî ala dînik = Ey kalpleri halden hale koyan Allah’ım! Benim kalbimi dininde daim kıl!” (Tirmizî, Kader 7) diye dua etmesi ne kadar manalıdır!
Müstesna özelliklere sahip gönül ustalarının delişmen gönülleri uslandırmak için buldukları çarelerden biri de Kainatın Efendisi için söylenen na’tlerdir. Bu na’tler bize, öz canımızdan, babamızdan, anamızdan, çocuklarımızdan daha çok sevmemiz emredilen Peygamberler Şahı’nın güzelliklerini yeniden keşfetmemizi sağlar. Sevgiyi aşıktan öğrenerek o uzun ve ince insan-ı kamillik yolculuğunda yol almamıza imkan hazırlar. Resulullah muhabbetiyle dopdolu insanların, gönüllerindeki bu aşkları nefis bir üslupla terennüm edip dillendirdikleri o na’tler, inşallah bizim gönlümüzde de yeni muhabbet tomurcukları uyandırır.
Vaktiyle Din Eğitim ve Öğretim Dairesi müdürü iken, 1960-1961 öğretim yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü müdürlüğünü tedvirle görevlendirildiği sırada talebesi olduğum bir gönül adamının, 1977’de rahmet-i Rahman’a kavuşan Kemal Edip Kürkçüoğlu hocamızın “Der na’t-ı Sultanü’l-enbiya” adıyla 1972 yılında kaleme aldığı pek nefis bir na’tı var. Mütevazi ve mahviyetkar edasıyla okurken kendisinden dinlediğim bu uzun na’tı, gönlünüzü yeniden cilalaması ümidiyle sunuyorum.
Merhum Kemal Edip Bey hocamız, insanın, ezelde Allah Teala’ya verdiği sözün, ettiği bağlılık yemininin şartı ve imanının delili olarak Resulullah’ı sevgili diye seveceğini; onun, gönül ülkesinin şanı yüce padişahlar padişahı olduğunu; büyüklüğünü öğrenmek isteyenlere, eğer gerekiyorsa, Kur’an-ı Kerîm ayetlerinin kafi geleceğini; o bağış ve cömertlik kaynağına bir damla halinde gidenin bir umman olarak döneceğini; onun hasretiyle yanıp kavrulan aşıka eğer bir makam ve mertebe lazımsa, ona kul köle olmanın en yüce makam ve mevki sayılacağını; onun kapısının eşiğine bir zerre halinde yüz süren kimsenin, aldığı feyiz ve bereket sayesinde parıldayan bir güneş halinde geri döneceğini şöyle ifade ediyor:
Ebediyyen sevecek can onu canan olarak
Şart-ı peyman olarak, hüccet-i îman olarak
Tanırım ben yalınız Hazret-i Fahrü’r-rusül
Gönül iklîmine şahenşeh-i zişan olarak
Yeter ayetleri Mevla’nın eğer lazım ise
Rif’at-i şanını i’lamına burhan olarak
Öyle bir menba-ı ihsan ü keremdir ki ona
Katre halinde giden dönmede umman olarak
Cah lazımsa eğer aşık-ı hasretkeşine
Elverir kulluğu her veçhile unvan olarak
Yüz süren südde-i dergahına, bir zerre iken
Feyz alıp dönmede hurşîd-i dırahşan olarak
Sonra na’tine şöyle devam ediyor: Resül-i Ekrem’in ayak bastığı uğurlu ve bereketli toprağı koklayanlar, o toprağın hoş kokusundan sarhoş olup kendinden geçer. Allah Teala Resülü’nü hoşnut edenden hoşnut olur. Onun affetmesi, insanın bağışlandığı müjdesini garanti eder. Hicret ederken kendi soyu olan Haşimoğullarından kimseyi almayıp, üstünlüğünü göstermek üzere Ebü Bekr-i Sıddîk’i kendine mağarada dostu edindi. Hz. Ömer, ona iman etmek suretiyle, Kur’an’ın başkaları tarafından gizlenen hikmetini ortaya çıkaran, Hak ile batılı birbirinden ayıran kimse (Faruk) diye her yana ün saldı. Şehid edildiği zaman kanı “feseyekfîkehürnullah = Onlara karşı sana Allah yeter” ayeti kerimesinin (2/137) üzerine damlamakla Hz. Osman’ı, Kur’an ayetlerini bir araya getiren kimse (camiü’l-Kur’an) namıyla cîhana tanıttı. Savaşlarda düşmana hamle üstüne hamle yapan Hz. Ali de, hicret gecesi onun yatağında yatarak yiğitlerin şahı ve meydanın arslanı diye şöhret kazandı:
Koklayan bastığı meymun ü mübarek haki
Nefhasından yitirir kendini sekran olarak
Kalır Allah, onu hoşnud kılandan hoşnud
Affı kafildir onun müjde-i gufran olarak
Yar-ı gar eyledi Sıddîk’ı seçip hicrette
Nesl-i Haşim var iken mazhar-i rüchan olarak
Saldı ün her yana Faruk, ona îman getirip
Farık-ı hikmet-i mektüme-i Furkan olarak
“Feseyekfîkehümullah” ile Zünnüreyn’i
Kıldı ma’rüf-i cihan, cami-i Kur’an olarak
Buldu şan, yattı firaşında Aliyyü’l-Kerrar
Şeh-i mordan olarak, Hayder-i meydan olarak
Edası ve muhtevasıyla insanı coşturan bu na’t-i şerif şöyle devam ediyor: Allah Teala onun son peygamber olduğunu belirterek değerini herkese duyurdu. Mecd (ululuk) mim’inin çilesini çekmeye “Ahmed” olarak giren kimse, “Ahadiyyef’in sırrına ve hazzına gizlice ulaşıverir. Onun nurlu yüzü, Cenab-ı Mevla’nın tecelli ettiği yer olması hasebiyle, gören gözlere Hakkı ayna gibi gösterir. Ağlayıp sızlayarak uyuyan kimse onun mübarek cemalini rüyasında görünce, ay yüzünü görmenin sevinciyle gülerek uyanır. Mi’rac gecesinde onun yüzünü seyretme imkanına kavuşması sebebiyle gökyüzü, yerlere şükran secdesine kapanır.
Hatemiyyetle edip kadrini i’lan ebeden
Onu gösterdi Huda aleme sultan olarak
“Ahmediyyet”le giren çille-i “mim”i mecde
“Ehadiyyet”te erer izzete pinhan olarak
Gösterir Hakk’ı gören gözlere ayine gibi
Ruh-i nevvarı tecellîgeh-i Sübhan olarak
Zar ü giryan uyuyup, rüyunu rü’yada gören
Uyanır neşve-i dîdar ile handan olarakŞeb-i mi’racda sîmasını seyretti diye
Kapanır yerlere gök secde-i şükran olarak
Resulullah aşkıyla kaynayan bir sineden büngüldeyip geldiği belli olan bu na’tin devamında, Cebrail aleyhisselam’ın her gece ihrama girerek, onun bulunduğu Medine-i Münevvere’ye misafir olmaya can attığı belirtiliyor:
Can atar her gece Rühulkudüs, ihrama girip
Harem-i muhterem-i küyuna mihman olarak
Bir gören bir daha görsem diye, Allah Allah
Şaşırır aklını ruhsarına hayran olarak
Ateş-i aşkına bin kerre yanıp İbrahîm
Görse eylerdi feda kendini kurban olarak
Resul-i Kibriya’nın lütfettiği İslam kevserini tatmayan kimsenin, ilahî nimetlerden mahrum kalmanın üzüntüsüyle İblis gibi susuzluktan yanıp kavrulacağı ifade ediliyor:
Tatmayan kevser-i in’amını İblîs gibi
Yanacak hasret ü hırman ile atsan olarak
İltifatından uzak düşmesi eyvah! eyvah!ü
İki dünyada yeter gafile hüsran olarak
Onun anlattığı tevhîd-i hakîkî bir gün
Saracak alemi bir seyl-i huruşan olarak
Onun öğrettiği irfan inanın kafidir
Beşerin derd-i derünîsine derman olarak
Bize dünyada emanet bırakıp gittiği dîn
Duracak haşre kadar koskoca bünyan olarak
Her seher vakti, iyice yanıp kavrulmuş kalbden, “Ya Muhammed! Bana merhamet et!” diye bir haykırış duyulur. Onu bulma ümidiyle yollara düşsem, deve dikenleri bile gözüme reyhan gibi görünür. Ey Kemal! İnsanoğlunun ondan daha üstünü, dünyaya ayak basmamıştır.
“Ya Muhammed! Bana kıl merhamet” avazı gelir
Her seher sine-i pür-suzdan efgan olarak
Bulurum belki deyip yollara düşsem gözüme
Görünür har-ı mugaylan bile reyhan olarak
Adem evladının ondan daha mümtazı Kemal
Dehre bî-şüphe ayak basmamış insan olarak
Son beyitte, kendisinden daha mükemmelinin kainata ayak basmadığı dile getirilen o en büyük insanın, o Şah-ı Enbiya’nın şefaatine nail olmamızı niyaz ederek hepinizi Allah’a emanet ederim, Efendim.