Çocuğumuzun İstikbali!

YYaşar Kandemir hocamızın 2001 Eylül ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 187 Sayfa: 024)

Çocuğumuzun iyi bir meslek sahibi olması için her fedakârlığa katlanırız. “İki günlük dünya” sözü dilimizden düşmese bile, aman yavrum mutlu olsun diye her sıkıntıyı göze alırız.

Eğer hayat iki günlük dünyadan ibaret değilse, çocuğumuzun istikbâli de dünya ile sınırlı değildir. Daha doğrusu asıl istikbâl, o bitip tükenmeyecek sonsuz hayat olmalıdır. Şimdi kendimize soralım: Bizden önce veya sonra sonsuzluk âlemine göçecek olan çocuklarımızın oradaki istikbâlini de aynı titizlikle düşünüyor muyuz? Âhiret denilen o diyarın sermâyesinin veya ateşinin buradan götürüleceğini biliyoruz; öyleyse gözümüzün nuru evlâdımızın o sonsuz hayatta iyi bir istikbâle sahip olması için gayret sarfediyor muyuz?

OĞLUM CENNETTE Mİ?

Hârise İbni Sürâka Bedir Savaşı’nda öncü kuvvetler arasında bulunan bir gençti. Efendimiz’in hizmetkârı Enes’in halasının oğluydu. Kuyudan su içerken düşmanın fırlattığı bir okla hayatını kaybetti. Savaş bitip de gâziler Medine’ye dönünce annesi Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıktı:

– Yâ Resûlullah! dedi. Hârise’yi ne kadar sevdiğimi bilirsin. Eğer o cennetteyse, sabredip mükâfatını Allah’tan bekleyeceğim. Yok eğer cennette değilse, onun için olanca gücümle ağlayacağım.

Resûl-i Ekrem bu dertli anaya:

– Ey Ümmü Hârise! Âhirette bir değil birçok cennet vardır. Senin oğlun onların en âlâsında, Firdevs cennetindedir buyurdu (Buhârî, Cihâd 14, Meğâzî 9). Biricik yavrusunun ebedî saâdeti elde ettiğini öğrenen dertli anne bütün acılarını unuttu.

Bir ana baba Ümmü Hârise gibi evlâdının gerçek istikbâlini düşünmelidir. Dünyada onun en iyi fakülteyi kazanmasını istediğinden daha çok, âhirette Cennet-i âlâ’yı kazanmasını arzu etmeli ve bunun için elinden geleni yapmalıdır.

Bir ikindi serinliği kadar yürek soğutan şu dünya hayatının ne önemi vardır? Bir nefeslik meltemin o bitip tükenmeyen ebedî güzellikler veya, Allah korusun, dayanılmaz cehennem ateşi yanında ne değeri olabilir!

Bir insan, ciğerpâresini cehennem yakıtı olmaktan kurtarmak için elinden geleni yapmışsa ona en büyük iyiliği etmiştir. Diğer bir ifadeyle bir insan çocuğunun iyi bir müslüman olarak yaşayıp ölmesini sağlamaya çalışmışsa ona en üstün istikbâli hazırlamıştır.

EN BÜYÜK TESELLİ

Hz. Ömer, ağabeyi Zeyd İbni Hattâb’ı çok severdi. Hz. Ebû Bekir devrinde yapılan Yemâme Savaşı’nda onu kaybedince çok üzüldü. “Sabâ yeli estikçe Zeyd’in kokusunu alıyorum” diye hüzünlenirdi. “Zeyd benden önce müslüman oldu, benden önce şehid düştü” diyerek ona imrendiğini söylerdi. Gerçekten de Zeyd İbni Hattâb; Bedir, Uhud, Hendek savaşlarından başka Resûl-i Ekrem’in bulunduğu bütün savaşlara katılmış bir yiğitti. Yemâme’de müslümanların bayraktarıyken şehâdet şerbetini içmişti.

Hz. Ömer halife olunca, ünlü şâir Mütemmem İbni Nüveyre onu ziyarete geldi. Mütemmem ile Benî Yerbû kabilesinin reisi olan kardeşi Mâlik, Hz. Peygamber zamanında İslâmiyet’i kabul etmişler, fakat İslâmiyet Mâlik’in gönlüne iyice yerleşmediği için Hz. Ebû Bekir devrinde, irtidat hareketleri sırasında o da dinden dönmüş, mürtedleri tepelemekle görevli Hâlid İbni Velîd onu da öldürmüştü. Mâlik’in yeniden İslâmiyet’e döndüğü , fakat bir yanlışlık sonucu öldürüldüğü de söylenir. Şâir Mütemmem, kardeşi Mâlik için birçok mersiye söylemiş, bu mersiyeler dillere destan olmuş, Hz. Ömer de bu mersiyelere hayran kalmıştı. Mütemmem’i karşısında görünce kardeşi Zeyd’in acısı tekrar depreşti ve ona:

– Mütemmem! dedi. Eğer güzel şiir söyleme yeteneğine sahip olsaydım, ben de kardeşim için senin gibi mersiyeler söylerdim. Nüveyre ona üzerinde ibretle düşünülmesi gereken şu hârika cevabı verdi:

– Eğer benim kardeşim senin kardeşinin gittiği yere gitseydi, ona hiç üzülmezdim.

İşte o zaman Hz. Ömer’in yüzünde mutlu bir tebessüm belirdi ve şâire şunları söyledi:

– Mütemmem! Bu güne kadar hiç kimse beni senin kadar teselli etmemiştir.

EN DEĞERLİ HEDİYE

Çocuklarımıza en iyi istikbâli hazırlamak onları İslâm terbiyesiyle yetiştirmekle mümkündür. Zira, Efendimiz’in buyurduğu gibi, hiçbir ana baba çocuğuna İslâm edebinden daha değerli bir hediye veremez (Tirmizî, Birr 33).

Bugün, İslâmiyet’ten önceki karanlık devirde yapıldığı gibi çocukları diri diri toprağa gömme âdeti kalmamıştır; ama onların ruhlarını aç bırakma ve böylece kendilerini haketmedikleri bir ölümün kucağına atma âdeti devam etmektedir.

Acaba çocuklarını en iyi okullarda okutan ve onları iyi bir meslek sahibi yapan anne baba, yavrusunu hayatın ezici, yıpratıcı fırtınalarına karşı da korumuş oluyor mu? İnsanı çâresiz, savunmasız, güçsüz ve dayanaksız bırakan felâketler ve darbeler karşısında neye tutunarak ayakta kalabileceğini de öğretmiş oluyor mu?

İnsanın ruhunu alt üst edebilecek olaylar karşısında ona dayanma ve direnme gücü veren dindir. Her şeyin Allah’tan geldiğini, O istemeden hiçbir şeyin olmayacağını bilmek, her an yüce bir kudretin kendisini görüp gözettiğini hissetmek insana hem yaşama şevki hem kendini çekip çevirme azmi verir.

Mânevî terbiye ile beslenen ruhlar, insanı sarsan olaylar karşısında pes etmez. Güvendiği kimseler tarafından aldatılmak, işini kaybetmek, sevdiklerini yitirmek ve hayatta yapayalnız kalmak insanı derin acılara gömse bile, Allah’a ve ebedî bir hayata olan imanı ona dayanma ve direnme gücü verir.

Hayat bu dünyadan ibaret olmadığı gibi, felâketler de dünyada başa gelenlerden ibaret değildir. En büyük yoksulluk “çocukların bile saçlarını ağartan” [Müzzemmil (73), 17] o hesap gününde eli boş kalmaktır. En önemli meselemiz çocuklarımızın âhiret hayatında iyi bir yeri kazanmalarını sağlamak olmalıdır. Çünkü orada insanı bekleyen acılar, felâketler, dünyadaki tâlihsizliklerle kıyaslanamayacak kadar korkunçtur.

İşte bu sebeple çocuklarımızı iyi birer müslüman olarak yetiştirmek, dünyada mutlu, âhirette bahtiyar olmalarını sağlamak en önemli meselemizdir. Yavrularımızı bu saâdetten mahrum etmek, onları kendi ellerimizle cehenneme atmaktan farksızdır. Çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirmemek, onları diri diri toprağa gömmekten daha kötüdür.

“UÇAN ÜNİVERSİTE”

Çocuklara din eğitimi veren okulların yeterince bulunmaması anne babayı onlara dinlerini öğretme sorumluluğundan kurtarmaz. Onları daha iyi okullarda okutarak dünyada mutlu etmenin yolunu bulanlar, yavrularını iyi bir müslüman olarak yetiştirmenin yolunu da bulmak zorundadır.

Size, çocukları yetiştirme azminin önünde hiçbir engel bulunamayacağını gösteren enteresan bir yazıyı tavsiye edeceğim. Bu yazıyı geçen ay (Ağustos 2001) sevgili kardeşim Ümit Şimşek “Uçan Üniversite” adıyla Zafer Dergisi’nde yayımladı. Rus Çarı Polonya’yı işgal edince, Polonyalıları câhil bırakmak ve kültürlerinden uzak tutmak için onlara, özellikle de kadınlara üniversite tahsilini yasaklıyor; ders kitabıyla yakalanan bir talebe derhal Sibirya’ya gönderiliyor. Fakat halk bu zulme bir çâre buluyor. Talebeler Rus yetkililerinin gözlerinden uzak yerlerde her gece ayrı bir evde toplanmaya ve karşılıksız ders veren öğretim üyelerinin gözetiminde okumaya başlıyorlar. Bu arada kendi kendine öğrenim için rehber kitaplar hazırlanıyor, bunlar elden ele dolaşıyor. Ayrıca evlerde özel dersler veriyor. Nobel ödülüne lâyık görülen ilk kadın olan Marie Curie, Polonya’nın en büyük bestecisi Şopen, ülkenin en önemli şairleri, edebiyatçıları, tarihçileri, bilim adamları işte bu Uçan Üniversite’de yetişiyorlar. Ne acıdır, 1939’da Almanlar Polonya’yı işgal edince, “Bir Polonyalı 500’e kadar saymayı, adını yazmayı, bir de Almanlara itaat etmenin Tanrı buyruğu olduğunu öğrensin, yeter” diyerek onlar da Polonyalıların okumasını yasaklıyorlar. “Uçan Üniversite” bir kere daha faaliyete geçiyor. Polonyalılara bir şey öğretirken yakalananların ya hemen öldürülmesine veya çalışma kamplarına gönderilmesine rağmen 1942’de, Nazilerin amansız takipleri altında 1,5 milyon çocuk gizlice eğitim görüyor! Papa John Paul de bu yüzen, gezen okullarda yetişiyor.

İstikbâlin iki günlük dünya ile sınırlı olmadığına inanan ve çocuklarını gerçekten seven anne babalar, şartlar ne olursa olsun, onları Allah, Peygamber sevgisiyle ve din bilgisiyle donatmalıdırlar. İşte o zaman görevlerini yapmış, yavrularının istikbâlini hazırlamış olurlar.