Bir Demet Mucize

YYaşar Kandemir hocamızın 1997 Mart ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 133 Sayfa: 026)

Peygamber, Cenab-ı Hakk’ın özel surette eğittiği, özel bilgi vasıtalarıyla donattığı insandır, insandır ama, herhangi bir beşer gibi değildir. Onun ilmi taşıdığı ilahî tebliğin şanına yakışır bir muhtevaya sahiptir. Gayb dediğimiz ileride olacak şeyler ile yaşadığı dönemde çok uzak ülkelerde olup biten hadiseler, Cenab-ı Hakk’ın bildirmesi halinde peygamberin bilgi sahası içindedir. Bir peygamberin uzak ülkelerde olup bitenleri ve ileride meydana gelecek hadiseleri ashabına bildirmesi birer mucizedir.

Mekkeli müşriklerin ilk müslümanlara hayat hakkı tanımadığı günlerde ülkesine hicret eden ilk mü’minlere kucak açan, daha sonra kendisi de İslâm’ı kucaklayan Habeşistan necaşisi (yani kralı) Ashame’nin öldüğü gün Resül-i Ekrem Efendimiz onun vefatını sahabeye duyurdu, “Kardeşiniz için istiğfar ediniz” buyurdu ve onları musallada toplayarak Ashame için gıyabî cenaze namazı kıldırdı (Buharî, Cenaiz 4, 60). O tarihlerde Arabistan’la Habeşistan arasında ne telgraf vardı ne de telefon! Böylesine uzak bir yerden anında doğru haber almanın vahiy dışında bir yolu yoktu.

Olmuş, Olacak Her Şeyi

Peygamberler, Allah Teala izin verdiği ve uygun gördüğü takdirde çok sonraki bir tarihte meydana gelecek, hatta kıyamete kadar olacak hadiseleri de haber verirler. Nitekim Huzeyfe ibnü’l-Yeman’ın söylediğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem ashab-ı kiramına,kıyamete kadar olacak her şeyi, hiç eksik bırakmadan haber vermiştir. O bahtiyarlardan biri olan Ebu Zeyd künyesiyle meşhur Amr İbni Ahtab diyor ki: Allah’ın Resulü sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıktı ve öğle namazına kadar konuştu. Öğle namazını kıldırdıktan sonra tekrar minbere çıktı, ikindi namazına kadar konuşmasına devam etti. İkindi namazı kılındıktan sonra yine minbere çıktı ve ta güneş batıncaya kadar konuştu, olmuş ve olacak her şeyi ashabına haber verdi (Müslim, Fiten 22-25). Resülullah Efendimiz’in haber verdiği bu ileriye dönük olaylar hakkındaki bilgiler, muhtelif sahabîler tarafından rivayet edilen hadisler vasıtasıyla bize kadar gelmiştir. Yemen’in, Şam’ın, Irak’ın, Kudüs’ün, Mısır’ın, İran’ın, Bizans’ın fethedileceğine dair verdiği haberler bu cümledendir (Mesela bk. Buharî, Fezailü’l-Medîne 5, Cizye 15, Menakıb 25, Cihad 157; Müslim, Hac 496, Fezailü’s-sahabe 226, 227, Fiten 75, 76). Kendisinden sonra halifelerin, daha sonra meliklerin yönetiminden bahsetmesi (Buharî, Enbiya 50, Müslim, İmare 44; Tirmizî, Fiten 48), söz gelimi Hz. Osman’ın (Buharî, Fezailü’s-sahabe 5,6; Müslim, Fezailü’s-sahabe 29; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 51, 52, IV, 235 ) ve Hz. Hüseyin’in (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, l, 85, 242, 283; Hakim, el-Müstedrek, III, 178) şehid edileceklerini bildirmesi, pek çok örneği Kütüb-i Sitte gibi önemli hadis kitaplarının Kitabü’t-Fiten bahislerinde görüleceği üzere ileride meydana gelecek pek değişik olayları dile getirmesi, Resulullah Efendimiz’e bu konularda Cenab-ı Hakk’ın bilgi verdiğini ortaya koymaktadır.

Eli Uzun Olan

Bir akşam hanım annelerimiz Resül-i Ekrem Efendimiz’in yanında toplanmış sohbet ediyorlardı. Akıllarına bir soru geldi. Acaba ilk önce ona içlerinden hangisi kavuşacaktı? Efendimiz’in bu soruya cevabı ince bir nükte oldu: “Bana en önce eli uzun olanınız kavuşacak”, buyurdu. Bunun üzerine mü’minlerin anneleri ellerine bir kamış çubuk alarak birbirinin kolunu ölçmeye başladılar. Bir rivayete göre kolu en uzun olan Şevde annemizdi ve hanımları arasında Allah’ın Resulü’ne ilk kavuşan o oldu (Buharî, Zekat 11). Yine güvenilir bir başka rivayete göre ise zevcat-ı tahirat arasında sanatkarlığı ile bilinen, deri işi yapıp eline geçen paranın önemli kısmım sadaka olarak dağıtan Zeynep annemizin kolu daha uzundu ve Efendisine ilk önce o kavuştu (Müslim, Fezailü’s-sahabe 101). Peygamber aleyhisselam’a ilk önce hangisinin kavuştuğu hususu biraz kapalı olsa bile olayın cereyan tarzı kesinlikte bilinmekte ve ikisinden birinin ilk önce vefat ettiği anlaşılmaktadır. Olayın en hoş tarafı, Resül-i Kibriya’nın, yüzünde tebessümlerin en güzeli ışıldayarak ümmehatü’l-mü’minînin bu telaşını seyretmesi, sonra da onlara, eli uzun olmanın bol sadaka vermek anlamına geldiğini söylemesidir. Resül-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’in, kendisine ilk önce hangi hanımının kavuşacağını bildirmesi de onun mücizelerinden biridir.

Yine bir gün Peygamber Efendimiz Hz. Ömer’e ve diğer sahabîlere halkımızın Veysel Karanî diye andığı Üveysü’l-Karenî’den söz etmiş, Yemen’de son derece yoksul bir hayat süren Üveys’in“tabiîn neslinin en hayırlısı olduğunu”haber vermişti. Hatta onun bazı özelliklerinden bahisle bir zamanlar baras denen alaca hastalığına yakalandığını, fakat Allah’ın inayetiyle iyileştiğini, vücudunda bu hastalıktan para büyüklüğünde bir beyazlık kaldığını bile anlatmış, anasından başka kimsesi bulunmadığını söylemişti. Daha da önemlisi Üveys’in duası makbul bir zat olduğunu belirterek “Eğer kendînîze dua ve istiğfar ettirebilirseniz ettîrîn” buyurmuştu. Hz. Ömer, hilafeti zamanında, Medine’ye gelen Yemenliler’e “Aranızda Üveys var mı?” diye sorup onu bulmuş. Peygamber aleyhisselam’ın onun hakkında söylediklerini dile getirerek kendisine dua ettirmişti (Müslim, Fezailü’s-sahabe 223-225).

Ye’cüc ve Me’cüc Fitnesi

Resülullah Efendimiz’in geleceğe dair verdiği haberler vakti gelince gerçekleşmiş, mü’minler de onları hayret ve hayranlıkla müşahede etmişlerdir. Şüphesiz bir kısmı da zamanı gelince gerçekleşecek, mü’minler bu mucizeleri derin bir vecd ve heyecanla göreceklerdir. Henüz meydana gelmeyen ve bizim yaşadığımız sürece meydana gelmesini kesinlikle arzu etmeyeceğimiz olaylardan biri Ye’cüc ve Me’cüc ile ilgili olanıdır. Kendilerinden Kur’an-ı Ke-rîm’de iki yerde (Kehf suresi (18), 94-98; Enbiya süresi (21), 96] bahsedilen Ye’cüc ve Me’cüc kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak büyük bir fitnedir. Bu barbarlar sürüsü, kıyamet yaklaşınca yeryüzüne inecek olan Hz. İsa ile birlikte Tûr Dağı’nda korunacak mü’minler dışında dünyadaki bütün insanları öldüreceklerdir. Efendimiz’in anlattığına göre Allah Teala Ye’cüc ve Me’cüc felaketini yeryüzüne gönderdiği zaman, onlar tepelerden süratle inip gidecekler; öncüleri Taberiye gölüne varınca gölün bütün suyunu içecek; arkadan gelenleri oraya vardıklarında, “Bir zamanlar burada bir göl varmış” diyeceklerdir (Müslim, Fiten 110). Kur’an-ı Kerîm’de bildirildiğine göre bozgunculuk yapan Ye’cüc ve Me’cüc Zülkarneyn’e şikayet edilmiş, o da bu zorbaların bulunduğu yeri demir kütleleriyle tıkayarak kolay kolay dışarı çıkamayacakları şekilde önlerine bir set yapmıştır; zamanı gelince bu set açılacak, onlar da her tepeden akın edeceklerdir. Acaba bu korkunç tehlikenin bize uzaklık veya yakınlık derecesi hakkında bilgi var mıdır? Evet, şu kadarcık bir bilgi vardır:

Bir gün Peygamber aleyhisselam korkudan titreyerek Zeyneb binti Cahş validemizin yanına geldi ve:

– “Allah’tan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arab’ın haline!” buyurdu. Baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirip halka yaparak “Bugün Ye’cüc’ün settinden şu kadar yer açıldı” dedi. Hz. Zeyneb:

– Ya Resülallah! İçimizde iyiler de olduğu halde helak olur muyuz? diye sorunca:

– “Kötülük ve günah çoğaldığı vakit, evet!” buyurdu (Buharî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1),

Şu halde kötülük ve günahın yaygınlaştığı her devirde samimi müslümanlar, acaba Resülullah Efendimiz’in sözünü ettiği o zaman bu zaman mıdır, diye düşünüp telaşlanmalı ve tıpkı onun gibi korkudan titremelidir. Bugün aynı soruyu biz de kendimize sormalıyız. Acaba bu gün o gün müdür? Öyle ya kimi açların, yoksulların fakirlik sınırının da altında perişan bir hayat sürdüğü, buna rağmen çoğu varlıklının kılının kıpırdamadığı, ahlaksızlığın gün be gün yaygınlaştığı ve kötülüklerin frenlenemez hale geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Kötülerin çoğaldığı bir devirde Allah Teala’nın iyilerin göz yaşına bakmayacağını ilahî sırlara vakıf olan bir Peygamber’den öğrenmiş bulunuyoruz. Öyleyse, 1400 yıl önce “Bugün Ye’cüc’ün settinden şu kadar yer açıldı” derken Allah’ın Resülü’nün nasıl bir duyarlılıkla korkup titrediğini tekrar tekrar düşünelim. Hadiste haber verilen o dehşetli güne bizim daha çok yaklaştığımızı göz önüne getirelim ve şayet bunca kötülükler ve olumsuzluklar arasında hala duyarlığımız kalmışsa, Resül-i Ekrem Efendimiz gibi korkup titreyelim.