Asr-ı Saadette Hadisler Yazılmadı mı?

YYaşar Kandemir hocamızın 1993 Mayıs ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 087 Sayfa: 024)

Dinimizin iki ana kaynağı vardır. Biri Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri Rasûlullah Efendimiz’in sözleri ve yaşayışı demek olan hadis-i şerifler. Biz Kur’an’ın tek bir harfi bile değişmeden, hadislerin ise, beşer tarihinde bir benzeri daha görülmeyen orijinal ve güvenli bir şekilde günümüze geldiğini biliyoruz. Fakat çoğu yahudi ve hıristiyan olan İslâm düşmanları, öteden beri, dinin bu iki kaynağı hakkında müslümanları şüpheye düşürmek istemişlerdir.

Daha çok İslâmi ilimler üzerinde araştırmalar yapan Batılılar, ki biz onlara şarkiyatçı anlamında müsteşrik diyoruz, Kur’an-ı Kerim’i Allah kelamı olarak kabul etmezler. Bunu kabul etseler, zaten mesele kalmaz. Onlara göre Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’in Allah’dan getirdiğini iddia ettiği kendi sözleridir.

Ya Hadis-i Şerifler?

Onların dediğine göre hadisler, karşılaştıkları bazı problemleri çözmek için İslâm alimlerinin zaman zaman uydurup Hz. Peygamber’e nisbet ettikleri sözlerdir. Müsteşriklerin bir çoğunun kanaati böyledir. Daha insaflı görünen bazıları, hadisleri kabul etmekle beraber, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim gibi en güvenilir hadis kitaplarımızdaki hadislerin çoğunun sonradan uydurulduğunu ileri sürerler.

Müsteşriklerin bizim memleketimizdeki temsilcileri, diğer bir ifadeyle bizim müsteşrikler, son günlerde memleketimizde, hadisler hakkında ileri geri konuşmaya ve zihin bulandırmaya başladılar. Konu doğrudan doğruya Rasül-i Ekrem Efendimizi ilgilendirdiği için bu meseleyi birkaç sohbet konuşu yapmayı uygun gördük. Zira yüksek tahsil yapmış bazı müslüman kardeşlerimiz bile, hadisleri gözden düşürmeyi hedef alan muhtelif makalelelerin veya kitapların tesirinde kaldıklarım, bu sebeple zihinlerinin allak bullak olduğunu, hadislerin sağlamlığı ve Hz. Peygamber’e nisbeti konusunda gönüllerinde ciddi şüpheler uyandığını söylüyorlar.Temiz ve iyi niyetli insanlarımızın düşürüldüğü bu hal, bizim de gönlümüzü yaralıyor.

Dini tahsil yapmış olsun veya olmasın, herbir müslümanın, bu Peygamber mirası hadis-i şerifler hakkındaki ithamları ve bu ithamlara verilen cevapları öğrenmesi, her devirde olduğu gibi günümüzde de yayılmak istenen manevi mikroplara karşı aşılanması, bu mikropların tesirinde kalmış olan kardeşlerine, hiç değilse ilk yardım kabilinden el uzatması gerekir.

Batılı araştırıcıların bizdeki hınk deyicileri, zaman zaman ortaya sis bombası fırlatıyorlar. Diyorlar ki;

– Kur’an-ı Kerim günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmiştir. Fakat hadisler öyle değildir. Onlara güvenilemez.- Niçin güvenilemez?

– Çünkü Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’in zamanında yazıldığı halde, hadisler yazılmamıştır. Üstelik Hz. Peygamber hadislerin yazılmasını yasaklamıştır. Hal böyle olunca, hadis diye ortaya sürülen binlerce söze nasıl inanabiliriz?

İddia sahiplerinin asıl maksadı, sadece Kur’an’la yetinmek, hadisleri devre dışı bırakmaktır. Zaten bunu açıkça söylemekten de çekinmiyorlar.

Niçin böyle yapıyorlar, derseniz, bunun kısaca cevabı şudur:

Kur’an-ı Kerim’in ilk müfessirleri olan Peygamber aleyhisselam, ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamış, bozuk fikirli kimselerin Kelam-ı Kadim’i keyiflerine göre yorumlamasına meydan bırakmamıştır. Onun bu yorumları hem hadis kitaplarımızda hem de rivayete dayanan tefsir kitaplarımızda yerini almıştır. Bu hadisler, Kur’an-ı Kerim’i keyiflerine göre yorumlamak isteyenlerin boğazına ham armut gibi oturduğu ve nefeslerini kestiği için bu Peygamber mirasını elden çıkarmak istiyorlar.

Peygamber aleyhisselamdan daha ileri bir İslâm kahramanı görünümündeki bu kimseler, Kur’an üzerinde sere serpe konuşacakları, bangır bangır bağıracakları ve hiçbir engele takılmadan üzerinde ter ter tepinecekleri bir meydan istiyorlar. Bu ayetten kastedilen mana şudur, şu ayetten kastedilen mana budur, diye ahkam kesmek istiyorlar. Kur’an’ı anlamada önlerinde hadis gibi bir engel kalmayınca, tabii ki onları bağlamak için, Deniz Yolları vapurlarının halatları bile yetmeyecektir.

Sapı bizden olan bu baltalar, ondört asırlık hadis çınarını büsbütün devirebilmek veya en azından önemli dallarını budayabilmek için, öncelikle Asr-ı saadette hadislerin yazılmadığı şüphesini uyandırmak istiyorlar. Peygamber zamanında yazılmayan bu sözlere dayanarak Allah’ın kitabını doğru olarak nasıl anlayabiliriz? diyorlar. Burada onlara bir soru yöneltelim:

– İslâmiyetin ilk yıllarında Resul-i Ekrem Efendimizin hadislerin yazılmasını yasakladığını söylüyorsunuz. Bu söz doğrudur. Ama bu bilgiyi Kur’an-ı Kerim’den değil de yine hadislerden öğreniyorsunuz. Hadislerin günümüze sağlam olarak gelmediğini iddia ettiğinize göre, Peygamber devrinde hadis yazmanın yasaklandığına dair bu hadisin sağlam olarak geldiğini nereden biliyorsunuz! Hadislere karşı olduğunuza göre, onların verdiği hiçbir bilgiye güvenmemeniz gerekmez miydi?! Demek ki siz işinize gelen hadisi kabul ediyor, işinize gelmeyeni kabul etmiyorsunuz!

Hadislerin Yazılması

Şimdi asıl konumuza başlayabiliriz. Peşinen şunu belirtelim ki, hadisler bize, dünya tarihinde bir benzeri daha görülmeyen eşsiz bir metodla gelmiştir. Hadis Usulü dediğimiz ilme şöyle bir bakıldığında, bu metodun mükemmelliği bütün açıklığı ile görülür.

Peygamber Efendimizin hadisleri, onun zamanından itibaren başlıca iki şekilde korunmuştur: Yazarak veya ezberleyerek. Bir üçüncü şekil daha var ki, hadislerin en güvenli şekilde geldiğinde hiç şüphe bırakmaz. O da hem yazarak hem de ezberleyerek rivayet etme usulüdür.

Önce Asr-ı saadette hadislerin yazılıp yazılmadığı konusuna bakalım.

Resül-i Zîşan Efendimizin zamanında yazı malzemesi pek azdı. Bugünkü gibi çeşitli kağıtlar yoktu. O devirde en iyi yazı malzemesi deriydi. Fakat deri kolay bulunan birşey değildi. Vahiy katibi dediğimiz sahabîler, Kur’an ayetlerini bazan deriye, bazan bir yaprağa, bazan bir yassı kemik üzerine yazıyorlardı. Bazı sahabîlerin hem ayetleri hem de hadisleri aynı malzemenin üzerine yazabileceklerini hesap eden Efendimiz, bu durumda ayetle hadisin birbirine karı-şabileceğini düşündü ve hadislerin yazılmasını yasakladı. Zira önemli olan Kur’an-ı Kerim’in korunmasıydı. Daha önceleri ilahî kitaplar iyi korunmadığı için sonraki devirlere sağlam bir şekilde gelememişti.

Peygamber aleyhisselam’ın hadislerin yazılmasını yasaklamasının asıl sebebi bu olmalıdır. Hatıra ikinci bir sebep daha gelmektedir. O da şudur: İslâmiyetin geldiği sıralarda Araplar arasında yazı bilenlerin sayısı azdı. Fakat Resûlullah Efendimiz, açtığı okullarda yazı öğrenimini hızlandırdı. Belki yazıyı yeni öğrenen sahabilerin hadisleri yanlış yazdıklarım tesbit etti. Kendi sözlerinin yanlış anlaşılmasının doğuracağı kargaşayı dikkate alarak hadislerin yazılmasını yasakladı.

Fakat ashab-ı kiramın içinde hem yazıyı çok iyi bilen hem de son derece zeki, güvenilir ve dikkatli bazı gençler vardı. Bunlar Peygamber Efendimizden, hadisleri yazmak için izin istediler. Resûlullah Efendimiz onları çok iyi tanıdığı, hata yapmayacaklarını bildiği için, istedikleri izni verdi. Bir süre sadece, özel izin alanlar hadis yazdı. Yazı yazmayı bilenler, hadis yazma yasağı konmadan öncede duyduklarını yazmışlardı.

Hadis yazma yasağının konmasına sebep olan mahzurların bir müddet sonra kalktığını ve isteyenin hadisleri yazmasına izin verildiğini görüyoruz. Hafızası güçlü olmadığı için hadisleri öğrenemediğinden yakınan bir sahabiye, Peygamber Efendimizin, hadisleri yazarak hafızasına yardımcı olmasını tavsiye etmesi (Tirmizi,ilim 12) artık herkese bu konuda genel bir izin çıktığını göstermektedir.

Ebû Şah diye tanınan İran asıllı bir sahabînin, Efendimizin bir konuşmasına hayran kaldığını, bu konuşmayı yazıp kendisine vermesini istirham ettiğini, Peygamber aleyhisselam’ın da, o konuşmayı yazıp Ebû Şah’a vermelerim ashabına emrettiğini biliyoruz (Buharî, Diyat 8). Büyük muhaddis İbni Hacer el-Askalanî, bu olayın Mekke Fethinden önce cereyan ettiğini söylemektedir. Ahmed ibni Hanbel Hazretlerinin muhaddis oğlu Abdullah da, hadislerin yazılabileceğini belirten en iyi vesikanın bu hadis olduğunu ifade etmektedir.

En çok hadis yazan genç sahabilerin basında, daha çok oruç tutmak, daha çok namaz kılmak ve Kur’an-ı Kerim’i üç günde bir hatim edebilmek için Peygamber Efendimizle adeta pazarlık edenAbdullah ibni Amr İbni As gelir. Beş binden fazla hadis rivayet ettiğini bildiğimiz Ebû Hureyre hazretleri, Abdullah İbni Amr’ın kendinden daha fazla hadis bildiğini ve bunları rivayet ettiğini haber vermektedir. Onun kendisinden daha fazla hadis bilmesinin sebebini söylerken de, çünkü o yazardı, ben yazmazdım, demektedir. Abdullah’ın es-Sahîfetü’s-sadıka diye bilinen kitabında bin tane hadis bulunduğu bilinmektedir. Yukarıda arzettiğim hususlar gibi, bu sahife de, Resûlullah Efendimiz zamanında hadislerin yazıldığım gösteren en sağlam vesikalardan biridir.es-Sahîfetü’s-sadıka’daki rivayetlerin tamamı, Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’i vasıtasıyla günümüze gelmiştir.

Peygamber Efendimizin bu abid ve zahid sahabisi ona şöyle sormuştu:

– Ya Resülallah! Sizden işittiklerimin hepsini yazayım mı?

Resûlullah Efendimiz:

– “Evet, yaz!” buyurmuştu.

Abdullah bir hususu daha öğrenmek istiyordu:

– Sükunet halinde olduğu gibi, öfkelendiğiniz zaman da yazabilir miyim? diye sordu. Aldığı cevap şöyleydi:

– “Yaz! Ben hiç bir zaman hakikat dışında birşey söylemem” (Ebû Davud, İlim 3). Belki de Abdullah İbn Amr’ın hadis yazma macerası böyle başladı ve devam etti.

Bazı sahabilerin Hz. Peygamber hayattayken hadis yazdıklarını, bunları çocuklarına en değerli miras olarak bıraktıklarını ve sahife diye anılan bu eserlerde pek çok hadis bulunduğunu biliyoruz.Sa’d İbn Ubade’nin, Semüre İbni Cündeb’in, Cabir İbni Abdullah’ın, İbni Abbas’ın, Hz. Ali’nin sahifeleri bu yazılı vesikalardan bir kaçıdır. Ebû Hureyre’nin, talebesi Hemmam İbni Münebbih’e yazdırdığı 138 hadis ihtiva eden ve günümüze gelmiş bulunan es-sa-hifetü’s-sahiha da bu pek değerli mirasımızdan biridir.

İnşaallah gelecek sohbetimizde meselenin çok daha önemli olan diğer bir cephesini ele alacağız.