Nakışlı Örtü

YYaşar Kandemir hocamızın 1995 Şubat ayında Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan makalesi. (Sayı: 108 Sayfa: 024)

Babaların en şefkatlisi ile kızların en itaatlisi arasındaki sımsıcak alakayı sohbetimize katık edelim. Sevmek ve sevilmek nasıl olurmuş, sevmenin ve sevilmenin gereği neymiş görelim.

Kainatın Efendisi, dört kızının en küçüğü olan Hz. Fatıma’yı sevgilerin en samimisi olan ana sevgisiyle sever ve ona (Ümmü ebîha) “anam” diye hitab ederdi. Bu üstün muhabbetin birkaç sebebi vardı. Annesi Hz. Hatice vefat ettiği zaman, Resûlullah’ın bu ciğerparesi on bir yaşlarında olup ablalarına nisbetle daha çok ilgiye muhtaçtı. Öte yandan Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, çok sevdiği hayat arkadaşı Hz. Hatice’den sonra, ondan doğan bütün çocuklarını mübarek elleriyle birer birer toprağa vermiş, sevdiklerinden geriye hatıra olarak sadece bu gül goncası kalmıştı. Ayrıca soyu sadece onunla devam edeceki.

Benim Parçam

Hz. Fatıma da çocukluğundan itibaren babasına çok düşkündü. Hatırlanacağı üzere hicretten önceki bir zaman diliminde Nebiyyi Ekrem Efendimiz Kabe’de namaz kılarken müşrikler onunla eğlenmek istemişler, Ebû Cehil’in teşvikiyle yeni doğurmuş bir devenin kanlı döl yatağını sürükleyip getirmişler, secdeye vardığı zaman onu içindeki pisliklerle birlikte Cihanın Efendisi’nin mübarek omuzlarına koymuşlardı. O günlerde genç bir kız olan Hz. Fatıma olayı duyar duymaz koşarak gelmiş, babasının üzerindeki pisliği kaldırıp atmış, sonra da orada pis pis sırıtan müşriklere herkesi hayretten donduracak sözler söylemişti. Kainatın Efendisi nadir beddualarından birini orada yapmış, birkaç yıl sonra meydana gelen Bedir Gazvesi’nde bu heriflerin hepsi cehennemi boylamış ve oradaki bir çukura atılmışlardı.

Fatıma evlilik çağına gelince, Nebiy-yi Muhterem Hazretleri onu çok sevdiği ve çocukluğundan beri himayesinde yetiştirdiği Hz. Ali’yle evlendirdi. Fatıma yuvadan uçtuktan sonra da baba-kız fırsat buldukça birbirini ziyarete giderlerdi. Resûlullah Efendimiz, ehl-i cennetin hanımefendisidediği yavrusunu görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper,merhaba kızım diye iltifat ederek yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası evini şereflendirdiği zaman Fatıma da onu aynı şekilde karşılardı. Fahr-i Cihan Efendimiz’in Hz. Fatıma’ya duyduğu sevgiyi gereği gibi anlatmak çok zor olduğu için onun: “Fatıma benim bir parçamdır; onu sevindiren şeyler beni de sevindirir; onu üzen şeyler beni de üzer”hadis-i şerifine bakarak bu sevginin derinliğini anlamaya çalışalım.

Fatıma’nın Çeyizi

Şimdi bu eşsiz sevgiye ve onun gereklerine bir başka açıdan bakalım ve bunu sevgili kızlarımıza olan muhabbetimizin icaplarıyla kıyaslamaya çalışalım.

Kainatın Gülü’nün o müstesna goncası hicretin ikinci yılında yeni yuvasına giderken çeyiz olarak şunları götürdü: Keten veya pamuklu bir elbise, kadife bir örtü, içi hurma lifi doldurulmuş bir yastık, bir koyun derisi, iki el değirmeni, deriden yapılma iki su kabı.Evine girdiği zaman orada eşya namına bir sedir ile içi hurma lifi doldurulmuş bir yatakbuldu. O günkü hayat şartlarına göre, zengin olmayan kimselerin evleri bu kadar sade ve basitti.

Hz. Fatıma el değirmeninde bizzat öğüttüğü arpa unundan ekmeğini yine kendi elleriyle yaparak ve birer yıl arayla doğan çocuklarıyla uğraşarak yuvasının saadetini devam ettirdi.

Müslümanlar güçlenip savaşlarda ganimetler elde etmeye başlayınca, yüzleri güldü. Bilhassa İslamiyet’i yeni kabul eden kimselere ganimetten büyük paylar verildi. Kimi yüzer kimi iki yüz deve, kimi yüzlerce koyun, sığır, altın, gümüş, köle ve cariye almak suretiyle refaha kavuşan müslümanların sayısı çoğaldı.

Birgün Medine’ye yeni ganimetlerin, köle denen erkek hizmetçilerle cariye denen kadın hiz-metçilerin geldiğini duyunca, değirmen çevirmekten kolları yorulan, elleri nasır bağlayanHz. Fatıma ile kuyudan su çekmekten ve eve su taşımaktan bıkıp usanan Hz. Ali başbaşa vererek bir durum değerlendirmesi yaptılar. Sonra da Resûl-i Ekrem’den ev işlerinde kendilerine yardım etmek üzere bir hizmetçi istemeye karar verdiler. Doğrusunu söylemek gerekirse, başkalarına verilen bunca nimetin yanında bir hizmetçinin hiç de önemi yoktu.

Hz. Fatıma bu maksatla kalkıp babasına gitti, ama onu evde bulamadı. Hz. Aişe’ye dileklerini anlattı. Babası eve gelince bunları ona söylemesini rica ederek geri döndü. Ertesi gün Peygamberler Sultanı kızının evine geldi. Ona Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde yatıp kalkan ve kendilerine ehl-i Suffe denen fakir müslümanların sıkıntılarını anlattı. Yeni gelen harp esirlerini satarak onların ihtiyaçlarını temin edeceğinden bahsetti. Ortada böyle bir durum varken ona bir hizmetçi veremeyeceğini ifade etti. Kalkıp gitmeden önce, sevgili kızma, üzerinde iyice düşünmemiz gereken bir tavsiyede bulundu. Hergün yatağa yatınca otuz üçer defa Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü ekber demesinin, istediği hizmetçiden onun için daha hayırlı olacağını söyledi.

Yokluğa ve sıkıntıya katlanmayı bir fazilet kabul eden Allah’ın Sevgilisi, bu fazileti sevgili kızında da görmek istedi. Dinleri uğrunda maddi ve manevi büyük sıkıntılar çekmiş olan müslümanlara ganimet mallarını bol bol dağıtarak onları memnun ettikten sonra, kendi mütevazi evine eli boş dönmekten nasıl bir manevi haz duyuyorsa, ciğerparesinin de dünya malına değer vermemek suretiyle aynı hazzı duymasını istedi. Kendi işini kendisi görebildikten sonra beden yorgunluğunun önemli olmadığını, insanın ahireti kazanmak için büyük çaba harcaması gerektiğini hatırlattı.

Ne Hz. Fatıma ne de sevgili hayat arkadaşı, isteklerini yerine getirmedi diye Allah’ın Resûlü’ne gücenmediler. Onun buyurduğu her şeyde kendileri için bir hayır ve iyilik bulunduğunu düşündüler ve onun tavsiye ettiği zikri bir gece olsun ihmal etmediler. Peygamber baba ile onun gönlü iman dolu kızı arasındaki bu uyum ve ahenk bizi düşündürmeli. Onların hayata bakış tarzı ve dünyayı bir pula satan tavrı bize birşeyler söylemeli. Cehalet devrini kapayıp saadet devrini açan, etrafındaki iman abideleriyle ordular yenip düşmanlarını dize getiren o kudretli insanın canı gibi sevdiği kızı için uygun gördüğü hayat tarzı bize bir şeyler söylemeli. Kızımızı nişanlarken ve evlendirirken karşı tarafı perişan eden isteklerimizin ne kadar yersiz ve gereksiz olduğunu düşündürmeli, bu tavrımızla sevgili yavrumuza maneviyattan ve fedakarlık duygusundan yoksun, herşeyi maddeden ibaret bir hayatı nasıl telkin ettiğimizi ve böylece Resûlullah yolundan ve onun hayat görüşünden nasıl uzaklaştığımızı sezdirmeli ve sonra da şu soruya cevap aramalıdır:Acaba bizim kızımız, Resûlullah’ın kızından daha mı kıymetli? Yavrumuza olan muhabbetimiz, Allah’ın Resûlünün Hz. Fatıma’ya olan sevgisinden daha mı fazla?!

Niçin Kapıdan Döndü?

Birgün Hz. Fatıma sevgili babasını yemeğe davet etmişti. Kainatın Efendisi kızının evine adım atmak üzereyken kapıya asılmış rengarenk nakışlarla süslü bir örtü görerek gerisin geriye dönüp gitti. Babasının neden böyle davrandığını bilmeyen “Cennet kadınlarının hanımefendisi” bu hale çok üzüldü ve Hz. Ali eve gelir gelmez onu Peygamberler Sultanı’na yolladı:

– Sevgili babamın niçin kapıdan geri döndüğünü öğren, dedi. Fahr-i Cihan Efendimiz’in Hz. Ali’ye verdiği cevap şöyleydi:

– Fatıma’nın kapısında nakışlarla süslü bir örtü gördüm. Benim dünyevî şeylerle ne ilgim var!

Bu zarif uyarıyı duyan Hz. Fatıma, hatasını kolayca tamir edebileceğini düşünerek rahatladı. Sevgili babasını böyle değersiz şeyler için nasıl üzerdi.

– Babacığım o örtüyü ne yapmamı emreder, diye sordu ve Resûlullah’ın tavsiyesi üzerine onu fakir bir aileye hediye etti.

Hz. Fatıma babasına hayal edemeyeceğimiz derecede bağlıydı. Resûlullah’ın son hastalığı sırasında, babasının vefat etmek üzere olduğunu öğrenince dünyası yıkıldı. Fakat Kainatın Efendisi onun kulağına eğilip de “ailem içinde bana ilk defa sen kavuşacaksın” diye fısıldayınca, ruhunu babasına bir an önce kavuşturacak olan ölümü bir düğün, bayram gibi görüp sevincinden gülmeye başladı. Çünkü Allah’ın Resulü onun sadece babası değil, aynı zamanda canından da çok sevdiği peygamberiydi. Bütün kalbiyle inanıyordu ki, onun gösterdiği yol insanı kurtaracak ve ebedî saadete götürecek yegane yoldu. İşte bu sebeple 25 yıllık kısa ömrünü babasının dilediği gibi düzenlemeye özen gösterdi.

Yegane Rehberimiz Efendimiz’in dünyaya bakışı böyleydi. Kendisi Cenâb-ı Hakk’ın gözetiminde olduğu için dünya onu baştan çıkaramazdı ama, sevgili kızı ve diğer yakınları için böyle bir garanti yoktu. Bu sebeple fırsat buldukça onları uyardı, dünyanın gönül kapan oyunlarına ve cazip görüntülerine aldanmamalarını söyledi. Bu ibretli misallerle bizi de uyarmış oldu.